Sanayici Artık Yükü Taşıyamıyor

Sanayici Artık Yükü Taşıyamıyor

TÜRKONFED Başkanı Süleyman Sönmez: Uzun vadeli kredi imkânı kalmadı. Hatta kredi kullanma imkânı da. Reel sektörün krediye erişim kanalları kapandı. Yüksek maliyetlerden alınan kredilerin geri ödenmesinde de sıkıntılar yaşanacak.

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Sönmez, doğalgaz ve elektrikte yıl içinde gelen yüksek zamların, üretim çarkının fazlasıyla ısınmasına neden olduğuna dikkat çekerek, "Doğal gaz artışlarına teminat mektubu yetiştirilemiyor. Dağıtım firmaları farklı talepler ile geliyor. Sanayicilerimiz açısından bu yük artık taşınamayacak bir noktaya geldi" dedi.

Sönmez; Merkez Bankası’nın rezerv yetersizliği, Türkiye'nin 800 puanı aşan ülke risk priminin, kur üzerindeki baskıyı artıracağını, son çeyrekte sert bir daralmanın da yaşanabileceğine işaret etti. 

Şu anki ekonomik gidişatta sizi kaygılandıran temel sorunlar neler?

Dünyada enflasyonist bir sürecin başladığını kabul etmekle birlikte ülkemizin bu noktada ciddi olarak ayrıştığını da görüyoruz. Tüketici fiyatlarının yüzde 78’e, üretici fiyatlarının yüzde 138’e vardığı, aradaki makasın bu kadar açık olduğu bir yüksek enflasyon, pek çok ekonomik, sosyal ve toplumsal parametreyi bozuyor. Enflasyon-faiz-döviz kuru sarmalında yaptığımız ekonomik tercihler istenen hedeflere ulaşamıyor. Bir kalkınma sorunu olarak gördüğümüz enflasyon aynı zamanda ekonomimizde verimlilik sorunu da yaratıyor. Enflasyondaki artışa ücretlerin yetişemiyor olması, iç talebin de gün geçtikçe daralmasına neden oluyor. Son altı aylık süreçte yüksek enflasyonun yarattığı kredi avantajları ile artan kredi hacmi ekonomik büyümenin iç talep temelli sürdürülmesine olanak verdi. Ancak eriyen gelirler ve kredi piyasasındaki tedbirler önümüzdeki dönemde talepte şok bir daralma riski yaratabilir.

Küresel ölçekte artan faiz oranları ve daralan dış talep ihracat hedeflerini sınırlandıracaktır. Merkez Bankası’nın rezerv yetersizliği, 800 puanı aşan ülke risk primimiz, kur üzerindeki baskıyı artıracaktır. Son çeyrekte sert bir daralma görmemiz mümkün. İlk beş aylık enerji ithalatımızın 39 milyar dolar olması da yılın tamamında yaklaşık 80 milyar dolarlık bir açık vereceğimizi gösteriyor. Bütçe ve cari açık tarafında ikiz açık sorunumuz derinleşiyor. Nedenlerden çok sonuçlara odaklandığımız için de aldığımız tedbirler ekonomide güveni azaltıyor, belirsizliği artırıyor, öngörü yapmayı zorlaştırıyor. Enflasyonu önceliklendiren, bilimsel ve akılcı politikalar ile tercihlerimizi doğru yönde kullanmalıyız. Ekonomi ve demokrasi arasındaki ilişkiyi güçlendirmeliyiz. Kurumların ve yargının bağımsızlığı ile hukukun üstünlüğü, riski azaltacak, güveni tesis edecek politika adımları olacaktır.

CAN SUYU SELE DÖNÜŞMESİN

Bu noktada BDDK’nın son aldığı kararların ekonomiye ve iş dünyasına etkisi ne olur? Kimi ekonomistler bu kararı sert bir sermaye kontrolü olarak değerlendiriyor. Kararın yansıması ne olur?

Bu kararın temelinde faiz artırmama kararı çerçevesinde döviz talebini kontrol altına almak yatıyor. Döviz varlıklarının, kurla mücadelenin bir enstrümanı haline getirildiğini görüyoruz. Temmuz ve Ağustos aylarında KKM vadesi dolacak şirketlerin dövize döneceği beklentisi de alınan kararda etkili oldu. Faiz düzeyi ülkelerin para birimlerine verdikleri değeri gösteriyor. Kredi faizleri ile enflasyon arasında makas açılmışken, döviz sıkıntısının da artık gerçek bir tehlike haline geldiğine işaret eden makro ihtiyati tedbirler kapsamında alındığı söylenen karar, orta ve uzun vadede yeni sıkıntılar yaratabilir. İşletmelerin süreci takip etmesi ve yönetmesi zorlaşıyor, verimlilik kaybı ortaya çıkıyor.

İhracatçıların döviz gelirlerine dair daha önce alınan kararlarla birlikte bir yandan serbest kambiyo rejimi sorgulanırken diğer yandan özellikle şirketler tarafında artan sermaye kontrolleri nedeniyle ekonomiye duyulan güven azalıyor. Üretim, yatırım ve istihdam için işletmelerimizin kredi kanallarının açık tutulması, içinden geçtiğimiz dönemde çok önemli. İhracatımızı, yatırım ve istihdamımızı kesintiye uğratacak, işletmelerin takip etmesini zorlaştıracak, piyasa dinamiklerini bozacak kararlar rekabetçilik gücümüzü azaltacaktır. Ekonomimizin yaşadığı belirsizliği artırmanın kimseye bir faydası yok. Kısa vadede hayatta kalmak için aldığımız can suyu, orta ve uzun vadede önüne geçemeyeceğimiz bir sele dönüşebilir.

ANLIK ÇÖZÜMLERİN SONUNA GELDİK

Döviz kurundaki yüksek artış reel sektörü, firmaları nasıl etkiliyor? Hayat pahalılığı, yüksek enflasyonu da göz önünde bulundurduğumuzda şirketler ve çalışanlar açısından nasıl günler bizi bekliyor?

Refah artışını frenleyen enflasyon sadece ekonomik değil aynı zamanda toplumsal bir sorun. Son 20 yılın en yüksek enflasyon oranı karşısında üreticiler de tüketiciler de arzu ettikleri sıçrama için gerekli öngörülebilirliğe sahip değil. Üretici ve tüketici fiyatları arasındaki farkın giderek açılması enflasyon üzerinde muazzam bir baskı kuruyor. İhracatımızın yoğun ithalata bağımlı yapısı, döviz kurunda yaşanan her gelişmeden etkilenmesi demek. Ham madde ve emtia gibi sanayimizin ana maliyet kalemlerinden biri olan enerjide durum aynı. Bu durum ekonomimiz ve şirketlerimiz açısından sürdürülebilir olmadığı gibi toplumsal kesimler için de ciddi sıkıntılar yaratıyor. Yüksek enflasyon ile yüksek hayat pahalılığı, gelir dağılımı adaletsizliğini de artırıyor. Yüksek enflasyon karşısında ücretlerin dengelenmesi, ücret-fiyat döngüsü içine sıkışmamıza neden oluyor. Yüksek enflasyon uğruna gelen büyümeler, toplumsal refah yaratmadığı gibi yoksullaştıran bir büyüme yaratıyor. Kısa vadeli anlık çözümlerin sonuna geldik. Sorunu doğru tarif edip, teşhisi doğru koymazsak, kalıcı bir iyileşme sağlayamayız. Önceliğimiz büyüme değil kalkınma olmalı.

DEVREDEN KDV ALACAĞI BÜYÜK SORUN

 Bu dönemde üyeleriniz en fazla hangi şikayetleri ve sorunları dile getiriliyor? En zordaki sektörler hangileri?

Emtia başta olmak üzere girdi maliyetleri artışı, enflasyon ve elbette finansmana erişim ve artan işletme sermayesi ihtiyacı öncelikli ortak sorunlar. Tekstil, plastik, tarım ve gıda olmak üzere ham madde ithalatı ile ihracat yapan sektörlerimiz fazlasıyla etkileniyor. İhracatçı firmalarımızın döviz karşılıklarını bozdurma zorunluluklarının yüzde 40’a çıkarılması, bu firmalarımıza hem maddi ve hem de operasyonel verimlilik anlamında kayıp yaşatıyor. Sektörel değişkenlik gösterse de ihracatçı firmalarımız 1 dolarlık ihracat için 70 sentlik ithalata yapıyor. İhracatçı firmalar açısından alış-satış kur farkı kadar bir zarar doğuyor.

Reel sektörde 400 milyar TL’ye ulaşan ve devreden KDV alacakları da bir başka sorun alanı. İade hakkı doğuran bazı işlemler hariç ülkemizde devreden KDV’nin iadesi yasal olarak mümkün değil. Bu konuda yapılacak bir düzenleme, iş dünyasının bu nedenle yaşadığı finansman sorunlarını da çözer. İthal girdi ile üretim ve ihracat yapan firmalarımız ile enerji kullanımı yüksek olan demir-çelik, çimento, plastik, tekstil, gıda ve tarım sektöründe faaliyet gösteren işletmelerimiz bu yıl zorlu bir sınav veriyor. Artan emtia ve hammadde fiyatları, istihdamda önemli bir yere sahip inşaat sektöründe de kendini hissettirmeye başladı. Çip krizinden kaynaklanan sorunlar ve tedarik krizi, ihracat şampiyonu sektörümüz otomotivde istenen hedeflerin gerisinde kalınacağını gösteriyor.

TEMİNAT MEKTUBU YETİŞTİRİLEMİYOR

Sanayicinin kullandığı enerjiye, hammaddelere ciddi zamlar geldi. ÜFE yüzde 138'e kadar dayandı, buradaki artış devam edeceği öngörüleri de var, üretici bu artışlara daha ne kadar dayanabilir?

Sanayimizin ithalata bağımlılığı, özellikle enerji ve hammadde gerek döviz kurundan gerekse de yüksek enflasyondan kaynaklı çifte bir yük oluşturuyor. Doğalgaz ve elektrikte yıl içinde gelen yüksek zamlar, üretim çarkının fazlasıyla ısınmasına neden oluyor. İşletmelerimizin yüksek enerji fiyatları karşısında maliyetleri de ciddi arttı. Doğalgaz artışlarına teminat mektubu yetiştirilemiyor. Dağıtım firmaları farklı talepler ile geliyor. Sanayi doğalgaza bir yılda yüzde 600’ün üzerinde fiyat artışı geldi. Sanayicilerimiz açısından bu yük artık taşınamayacak bir noktaya geldi. Artışlar devam edeceği için işletmelerimizin üzerindeki enerji maliyeti baskısının azaltılması gerekiyor.

Sanayi tesisleri için çatı üzeri güneş enerjisi (GES) uygulamaları konusunda yürürlüğe giren yönetmelikleri ve destekleri olumlu buluyoruz. Sanayi tesislerine yönelik verimlilik artırıcı proje desteklerine bütçeden ayrılan payın günümüz koşulları için çok düşük (1 milyon dolar) kalıyor. Küresel piyasalarda yaşanan olumsuz gelişmelerle (savaş vb.) ve iklim değişikliği ile karbon nötr ekonomiye geçişin de tetiklediği enerji arz/talep dengesizlikleri, gelecekte özellikle sanayimize enerji kesintisi olarak geri dönebilme ihtimali taşıyor. Enerji fiyatlarındaki yüksek artışın olumsuz etkilerini azaltabilmek için uygulanan sübvansiyonlara ayrılan bütçenin, sanayimizin enerji verimliliğini artırmak için harcanması gerekiyor. Bu durum dışa bağlı olduğumuz enerji ithalatımızı dolayısıyla cari açığımızı düşüreceği gibi emisyonlarımız azaltılarak, ülkemizin 2053 karbon nötr ekonomi hedefine ciddi destek sağlamış oluruz. Üretimde verimlilik ve katma değer artışına odaklı, yüksek teknolojili, markalı ihracat kasımızı geliştirirken, yeşil ekonomi odaklı yeni bir hikâyeye ihtiyacımız var.

KREDİ KULLANMA İMKANI KALMADI

Finansman maliyetleri çok yükseldi. Hem kamunun hem de özel sektörün yüksek döviz borcu da var, sanayici finansman tarafında ne tür sıkıntılar yaşıyor? Merkez Bankası faizi ile piyasa faizi arasındaki makas da açıldı, düşük faizli krediye ulaşabiliyor musunuz?

Ekonomi yönetimimizin bir süredir uyguladığı düşük faiz politikası, finansal koşullara yansımıyor. Politika faizimiz yüzde 14’lerde olsa da ticarette ve bankacılıkta faizler yüzde 30 - 35, üyelerimizden aldığımız geri bildirimlere göre rotatif krediler yüzde 50’ye dayanmış görünüyor. Uzun vadeli kredi imkânı kalmadı. Hatta kredi kullanma imkânı da… Döviz kredi maliyetleri dolar ve Euro’da uzun vadelerde yüzde 10’ların üzerine çıktı. Reel sektörün krediye erişim kanalları kapandı. Bu maliyetlerden alınan kredilerin geri ödenmesinde de sıkıntılar yaşanacak. Yükselen ham madde maliyetleri ve artan döviz kuru nedeniyle işletme sermayesi ihtiyacı dört kata çıktı. İşletme sermayesi finansmanında sıkıntı devam ediyor. Nihayetinde şirketlerin kredi limitleri yetmiyor ve borçlanma maliyetleri karlılıkları neredeyse sıfırlıyor.

KGF destekli 150 milyar TL’lik paket açıklandı ancak henüz işleme alınmadığı için bu krediden yararlanan firmamız olmadı. BDDK’nın son aldığı karar ihracatçı firmalarımızın TL kredi kullanımlarını etkileyeceği gibi iş insanlarının asli işi olan üretime ve ihracata odaklanmaları yerine tüm konsantrasyonlarını finansmana yönlendirmelerine neden olacak. Böyle bir dönemde kredi musluklarının bırakın kapanmasını kısılması dahi ekonomide çarkları yavaşlatan bir süreci başlatabilir. Orta üstü ve büyük firmalarımız -ki bunların büyük bir bölümü ihracatımızı da sürükleyen işletmelerimiz- daha da zorlanacak. Finansmana ulaşımda sıkıntıları devam eden KOBİ’lerimiz de doğrudan etkilenecek. Sonuç itibarıyla ticaretin durma riski artacak. Bu nedenle piyasalarda güvenin tekrar tesis edilmesi şart. İşletmelerimiz finansmana ne kadar uygun şartlarda ve ne kadar kolay erişebilirse ülkemizi geleceğe taşıyacak üretime, yatırıma ve istihdama aynı oranda destek verecektir.

YARGI BAĞIMSIZLIĞI ŞART

Türkiye'nin yaşadığı bu krizden bir çıkış yolu var mı, acilen atılması gereken adımlar nelerdir?

Kurumlarımızın bağımsızlığını, şeffaflığını, hesap verebilirliğini sağlayarak, liyakate dayalı bir sistemi oluşturup, güveni tesis etmemiz gerekiyor. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, fikir ve ifade özgürlüğü ile bağımsız medya ve sivil toplum kurumlarının varlığına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Ayrıştıran ve kutuplaştıran değil uzlaştıran ve birleştiren siyasetin dili, hepimizin ortak akıl ve ortak vizyon ile ülkemizin geleceği için daha fazla sorumluluk almamızı da sağlayacak.

Küresel ekonomik koşullar ve ülkemizin yapısal sorunları bizleri günlük sıkıntıları konuşmaya itiyor. Ancak asıl konumuz, gözümüzü ufuktan ayırmadan geleceğimizi ortaya çıkartacak işlere odaklanmak olmalı. Türkiye olarak bu noktada iki önemli fırsatımız var: Esnek ve krizlerle bağışıklık sistemi güçlü bir iş dünyamızın olması ve Anadolu’daki üretim gücümüz… Oyunun kurallarını değil oyunun kendisini değiştiren dijitalleşme ve yeşil dönüşüm kaldıracını, sektörlerimiz ve ekonomimiz için verimlilik artışı yaratacak şekilde kurgulamalıyız.

Bir üretim ekonomisinde yaşadığımızı unutmadan, enflasyon dahil risklerimizi azaltacak ekonomik ve demokratik reformlar ile güven ve istikrar iklimini inşa etmeliyiz. Dünyanın Türkiye’ye, Türkiye’nin de Anadolu’nun kadim üretim gücüne daha fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemden geçiyoruz. TÜRKONFED olarak dijital-yeşil ve toplumsal dönüşüm ekseninde 3D vizyonumuz ile Anadolu’yu ülkemizin sürdürülebilir kalkınmasının itici gücü yapacağız. Anadolu’nun kalkınma dinamiklerini, Anadolu iş insanının rekabetçilik gücünü, ortak akıl ve ortak vizyon ile krizden çıkışın anahtarı yapabiliriz.

HUKUK YOKSA EKONOMİ YOK

İş dünyasının tekrar yatırım yapabilmesi ve yabancı sermayenin gelebilmesi için nasıl bir ortam olmalı, hangi adımlar atılmalı?

Ekonomi iklimi; üretimi, yatırımı ve istihdamı üç eksende besliyor: Güven, istikrar ve öngörülebilirlik... Halihazırda bu üç eksene en çok hasar veren unsur ülkemizin yatırımcılar nezdindeki risk algısıdır. Yüksek risk algımız yatırımcıların iştahını kapatırken, işletmelerimizin de uluslararası fonlara ve kredi imkanlarına yüksek faizler ile ulaşmasına neden oluyor. Kurumsallaşmanın ve kurumsal yönetişim anlayışının devlet kurumlarımızda etkin uygulanmasını sağlamalıyız. Para ve maliye politikaları ile yürüyeceğimiz yolu yürüdük artık köklü yapısal reformlar ile güven, istikrar ve öngörülebilirliği sağlamamız gerekiyor.

Faiz-kur-enflasyon sarmalından kurtulmak, risk primimizi düşürüp algımızı düzeltmek istiyorsak yapısal sorunlarımızı çözecek adımlar atmalıyız. Bunun yolu da hukuktan geçiyor. Çünkü hukuk yoksa ekonomi yok. Adalet yoksa güven yok. Fikir ve ifade özgürlüğü yoksa girişimcilik, yenilik ve gelişme yok. O nedenle önceliğimiz hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı olmalıdır. Bu adımların atılması ile üreten gemilerimizin, dalgalı denizlerde hedefine ulaşacağına inanıyorum.

PARTİ KAPATMAYLA BİR YERE VARAMAYIZ

Türkiye seçimlere doğru gidiyor. Ciddi bir kutuplaşma da söz konusu. Türkiye seçimlere giderken nelere dikkat edilmeli?

Dünya, güvenlik ile özgürlük, refah ile demokrasi ikilemleri arasında zihni bir sıkışma içinde. Yalnızca çoğunluğun tercihlerine göre şekillenen yönetimler ve politikalar da bugünün sorunlarını çözmeye yetmiyor. Siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik taleplerin bu kadar çeşitlendiği ve farklılaştığı bir dünyada, ortak yaşam, yalnızca tüm bu farklı taleplerin bir arada olmalarından beslenen, hatta bunu teşvik eden bir demokrasi ile olanaklı görünüyor.

Ortak yaşama iradesini güçlendiren demokrasi bir tercih değil artık sürdürülebilir hayatın temel koşulu oldu. Seçimler de demokrasinin vazgeçilmez araçlarından biri. Parti kapatmalar ve siyasi yasaklar ile bir yere varılamadığını gördük. Her ses, her renk ve her düşüncenin en büyük zenginliğimiz olduğunu unutmamalıyız. Demokrasimizi demokratikleştirmek yani yaşam tarzı haline getirmek ana hedefimiz olmalı. Tek fikir, tek model ve tek yönteme dayalı bir hayat üzerinden, memleketimizin geleceğini inşa etmemiz zor görünüyor. Çeşitliliği, farklılığı ve çoğulculuğu korumaktan başka yolumuz yok. Ayrıştıran ve kutuplaştıran değil birleştiren ve uzlaştıran siyasetin diline her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

DÖVİZ KURNDA HER GÜN YENİ BİR REGÜLASYONA UYANIYORUZ

2022 yılı için döviz kuru, enflasyon, faiz, işsizlik, büyüme ile ilgili öngörüleriniz neler, bu alanlarda ne tür riskler görüyorsunuz?

“Büyüme mi kalkınma mı?” sorusunda cevabımızı hep kalkınmadan yana kullanıyoruz. Büyümenin refah yaratmadığını ancak kalkındığımızda gelir dağılımı adaletsizliğinin aşılacağını biliyoruz. Yıl sonunda kur-enflasyon-faiz sarmalından kurtulacağımız üretim temelli bir ekonomik modeli, ülkemizin potansiyellerini yeşil ve dijital dönüşüm ekseninde fırsata çevirmesinin yolunun akılcı ve bilimsel politikalara dönmekten geçtiğini ısrarla vurguluyoruz.

Gerek ulusal gerekse de küresel öncü göstergeler büyümede yavaşlamaya işaret ediyor. Yüzde 3-4 bandında bir büyüme patikasında yılı kapatma ihtimalimiz var. Dünyanın önde gelen pek çok kurum ve kuruluşu da yüzde 2,7 ile 3,7 arasında büyüme tahminlerini geriye çekti. İşsizlikte şu andaki gibi devam etsek dahi ekonomide de bir yavaşlama patikasına girmiş olmamız da riskleri artırıyor. Faiz politikasında çok bir değişiklik olacağını düşünmüyoruz. Bunun bir tercih olduğu en üst mertebeden dile getirilmişti. Döviz kuru konusunda da her gün yeni bir regülasyona uyandığımız ülkemizde öngörü ve tahminde bulunmak inanın çok zor. Şu an bulunduğumuz düzey dahi TL’nin değeri açısından hak ettiği bir yer değil ama maalesef bu durum ekonomik ve toplumsal hayata doğrudan etki ediyor.

Paylaş: