TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel`in Başkanlar Konseyi Açılış Konuşması - Çorum

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel`in Başkanlar Konseyi Açılış Konuşması - Çorum

Sayın Bakanım, Sayın Valim, Çorum ilinin değerli yöneticileri

Değerli Başkanlar, sayın basın mensupları

 

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. TÜRKONFED’in bu yıl yapılan ikinci Başkanlar Konseyi toplantısında bize ev sahipliği yapan Çorum SİAD’a ve OKASİFED’e, sevgili başkanlarımız Erol Karataş’ın ve Celil Kurada’nın şahsında şükranlarımızı arz ediyorum.

 

Çorum Başkanlar Konseyimiz, birçok bakımdan önemli bir zamana denk geldi. Bir tarafta TÜRKONFED olarak bu yılın programı çerçevesinde başlattığımız projeler olgunlaşıyor, kuruluşumuzdan beri takip ettiğimiz bazı konular ülke gündeminin ön  sıralarına  çıkıyor. Diğer yandan ekonomi ve siyasetteki olumsuz gelişmelerin yarattığı tablo, bu toplantımızda vereceğimiz mesajların önemini artırıyor.

 

Ülke gündemine geçmeden önce sizi faaliyetlerimizle ilgili bilgilendirmek istiyorum. Biliyorsunuz, 2008 yılında ana konumuz KOBİ’ler. Bu konuyu iki kanaldan yürütüyoruz. Birisi, KOBİ’lerin gelişimine ilişkin sorunların ele alınması ve çözüm önerileri sunulması. Diğeri ise başarılı KOBİ’lerin iyi önekler olarak tüm ülkeye tanıtılmalarının sağlanması. Tüm federasyonlarımızın bu çalışmaya katılımı artırmak için çaba sarf etmelerini istiyoruz. Sonucunda başarılı üyelerimizin firmalarının yalnızca tüm Türkiye’ye tanıtılması ile yetinmeyeceğiz. Bu konuda uluslararası çalışmalar yapan Endeavor adlı örgüt ile işbirliği yaparak başarılı KOBİ’lerimizin yurt dışına açılmasını hedefliyoruz.

 

KOBİ’lerin desteklenmesi doğrultusunda yaptığımız çalışmaları tüm toplantılarımızın ayrılmaz parçası haline getirdik. Toplantımızda AKBANK Genel Müdürü Sayın Zafer Kurtul “Özel Bankalarda KOBİ Finansmanı” konulu bir konuşma yapacak. Kendisine ve ekibine, TÜRKONFED’e verdikleri destekten dolayı bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Finansman, KOBİ’lerimizin, bizlerin en önemli sorunu olmaya devam ediyor. Bu nedenle kahve arasından sonra yapılacak “KOBİ’ler için Finansman Kaynakları” başlıklı panelimizi de aktif olarak, sorularınızla genişleterek izlemenizi öneriyorum.

 

Bir taraftan KOBİ projemiz yürürken, bir yeni projeyi daha başlatıyoruz. “Anadolu’nun Nabzı“ adlı bu projemiz ile Türkiye’nin ve özellikle Anadolu’nun ekonomik gidişatını yakından izlemeyi hedefliyoruz.

 

Hepimiz kendi işimizi, üretim koşullarımızı, maliyetlerimizi, siparişlerimizi çok iyi biliyoruz. Ama bazen tablonun ülke genelindeki bütününü göremediğimiz için, geleceği tahmin etmekte zorlanıyoruz. Fazla mı atılgan davranıyoruz, yoksa ertelediğimiz üretim ve yatırım kararları ile önemli fırsatlar mı kaçırıyoruz? Bilgilerimizi, istihbaratımızı birleştirerek ekonominin gidişatını daha iyi hissedebiliriz.

 

Bu gaye ile hazırladığımız ve yanıtlaması 10 dakikayı bulmayacak bir anketi sizlere iki ayda bir göndereceğiz. Sorular arasında rakam yok. Soruları kendi gözlemlerinizden yola çıkarak cevaplayacaksınız. Bilgileri bir araya getirdiğimizde, bölgelerimizin ve sektörlerimizin nabzını ölçmüş olacağız.

 

“Anadolu’nun Nabzı” adı altında yayınlayacağımız bu çalışmanın göstereceği endeks,  eminiz ki çok kısa süre içinde, politikacıların, bürokratların, gazetecilerin, iş insanlarının yakından takip edecekleri bir gösterge haline gelecek.

 

Galatasaray Üniversitesi’ndeki değerli hocalarımızın desteği ile gerçekleştireceğimiz bu çalışmanın başarısı, üyelerimizin, gönderdiğimiz anketleri düzenli doldurmasına bağlı. Ne kadar çok sayıda iş insanı bu anketi doldurursa, sonuçlar o kadar çok güvenilir olur. Yardımınızı bekliyoruz.

 

Bu yıl içinde umut ediyoruz ki, bir başka önemli konu daha gündemimizde yerini alacak. Konfederasyonumuzun kuruluşundan beri yakından takip ettiğimiz Kalkınma Ajansları’nın faaliyete geçmeye başlayacağını en yetkili ağızdan duyduk. Sayın Başbakan Diyarbakır’da GAP Eylem Planı’nı açıklarken Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, İstanbul, Erzurum, Konya, Samsun ve Van bölgelerimizdeki Kalkınma Ajansları’nın bu yıl içinde kurulup faaliyete geçeceğini söyledi. Biliyorsunuz Çukurova ve İzmir’de pilot Kalkınma Ajansları geçtiğimiz yıl faaliyete geçmişti.

 

Biz TÜRKONFED olarak gelişmiş ülkelerdeki örneklerden hareket ederek Kalkınma Ajansları’nı çok önemsiyoruz. Ajanslar, yerel ve bölgesel potansiyellerin ortaya çıkarılıp en iyi şekilde değerlendirilmesini, mevcut dinamiklerin, rekabetçi, katılımcı, esnek ve aksiyona dayalı bir yaklaşımla harekete geçirilebilmesini sağlayacak. Sivil toplumla, iş dünyasıyla işbirliği içinde yapılacak yerel kalkınma planları, hem ulusal hem de yerel düzeyde, başta istihdamın artırılması, gelir dağılımının iyileştirilmesi ve bölgelerarası eşitsizliklerin giderilmesi olmak üzere, ekonomik ve sosyal göstergelerin dengeli biçimde gelişmesine  büyük katkıda bulunacak.

 

Ancak, uygulama yaygınlaşmadan ve yerleşmeden bu konuda hükümeti bir kez daha uyarmak istiyoruz. Ülkemizdeki Kalkınma Ajansları, dünya örneklerinde olduğu gibi yerel bir inisiyatif olmaktan çok DPT’nin bölgesel düzeyde “yardımcı bir teşkilatı gibi” tasarlanmış durumda. Ajanslar bu niteliği ile yerel dinamikleri harekete geçirme amacından uzaklaşacaklardır. Bugüne kadar olduğu gibi merkezi idareye bağlı olarak faaliyet gösteren, merkezin sözünün dışına çıkamayan, yerel yaklaşımları değerlendirmeyen statükocu yapılar olarak kalabilirler.

 

Doğru yatırımların ve doğru özendirme mekanizmalarının seçilmesinde yerel bilginin kullanılması, merkezi hükümetin ve bölgesel kalkınma amacıyla oluşturulmuş kurumların, yerel yönetimler ve gönüllü yerel iş dünyası aktörleriyle sıkı bir işbirliği içinde olması, bölgesel ihtiyaçları, göreli üstünlükleri ve öncelikleri saptayarak, yatırım politikalarını oluşturması, can alıcı düzeyde önem taşımaktadır.

 

Özellikle Kalkınma Ajansları’nın yönetim kurullarında yerel iş insanlarının ağırlığının olmamasını, gönüllü ve bağımsız sivil iş dünyası örgütlerine yer ayrılmamış olmasını, büyük bir yapısal hata olarak değerlendiriyoruz. Baştan aşağı kamu kurumu niteliğindeki yapılar, dünyada denenmiş ve başarıya ulaşmış Kalkınma Ajansları modellerine taban tabana zıttır. Umarız bu yanlıştan bir an önce dönülür.

 

Değerli konuklar,

 

Bu vesile ile, Konfederasyonumuzun gündeminde önemli bir yer tutacak olan GAP Eylem Planı’na da değinmek istiyorum.

 

Bu plan, Güneydoğu’da yıllardır konuşulan pek çok konuya el atıyor ve desteklememesi mümkün değil. Tabii planın adıyla uyumlu “eylem”lere zaman yitirmeden başlanırsa… Söz

 

verilen kaynaklar, söz verilen yerlerde kullanılırsa… Bu bölgede son derece etkin olan federasyonumuz, DOGÜNSİFED, planın tüm detaylarının takipçisi olacaktır. Bizler de konfederasyon olarak, makro çerçevede, planın eylemlerini izleyecek, özellikle, işsizlik fonunun, bu bölgede gerçekten işsizliği azaltmak için kullanılıp kullanılmadığının takipçisi olacağız.

 

Takip edeceğimiz bir başka konu da, sayın Başbakanın yine Diyarbakır konuşmasındaki bir sözü olacak. Bildiğiniz gibi, kamuoyunda daha az bilinen başka bölgesel kalkınma projeleri  de var. Doğu Anadolu Projesi ve Doğu Karadeniz Projesi gibi… Bu projelerin de hayata geçirileceğinden söz edildi. Gerek federasyonlarımız, gerekse Konfederasyon olarak biz, bu konunun da takipçisi olmalıyız, olacağız.

 

Değerli Başkanlar,

 

Tabii bütün bu projelerin, eylem planlarının kağıt üzerinde kalmamasının önemli bir önkoşulu var: Genel olarak ekonominin iyi gitmesi. Çark durursa, yeniden hareket ettirmenin güç olduğunu yakın tarihimizde acı tecrübelerle hep birlikte yaşadık. Çok şükür henüz bu noktada değiliz ama ciddi risklerle yüz yüze olduğumuz açıktır.

 

Öncelikle, 2008’de eskisi kadar hızlı büyüyemeyeceğimiz kesinleşmiş durumda. 2007 yılında %4,5’e gerilemiş olan büyümenin 2008 yılında biraz daha yavaşlayarak %4’ün altına düşeceği tahmin ediliyor. Ekonomik yavaşlama, daha şimdiden, KOBİ’leri etkisi altına  almaya başladı. İşsizlik oranı ise ülke genelinde %11,3’e yükseldi.

 

Enflasyon yeniden çift haneli rakamları gördü. Gıda ve enerji, özellikle dış konjonktürden kaynaklanan petrol fiyatlarındaki artışın kısa süre içinde durmasına ve geri çevrilmesine işaret eden bir eğilimin görülmemesi, diğer etkenlerle birlikte, enflasyonun daha da yükselmeye devam edeceği işaretini veriyor.

 

Bu risk karşısında para politikası araçları ile mücadelenin çok etkili olması mümkün değil. Merkez Bankası’nın önerisi üzerine hükümet tarafından kabul edilen yeni enflasyon hedefleri, sene başında açıklanmış olan enflasyon tahminlerinin çok üzerindedir. Bu durumda, acaba enflasyonla mücadele politikası gevşetiliyor mu sorusu akla geliyor, ister istemez.

 

Enflasyonla mücadelede para politikası araçlarının yetersiz kalacak olması, dikkatleri maliye politikasına çekiyor. Böyle bir ortamda Maliye politikasında daha sıkı bir duruş bekleniyor. Ama bir de bakıyorsunuz Orta Vadeli Mali Çerçeve’de faiz dışı fazla hedefleri aşağı çekilmiş. Bu da kaçınılmaz olarak, maliye politikasının gevşetileceği biçiminde yorumlanıyor.

 

Öte yandan, petrol fiyatlarının yanı sıra emtia fiyatlarının yüksekliği, cari işlemler açığı açısından da olumsuz gelişmelere işaret ediyor. Hâlihazırda yıllık temelde 40 milyar dolar civarında seyretmekte olan cari açığın finansmanı, dikkatle izlenmesi gereken bir konu olarak karşımızda duruyor.

 

Gördüğünüz gibi, Hükümetin ekonomik alanda ilk 4 yılındaki başarılı performansına bakarak, yarın da işlerin iyi gideceğini söylemek mümkün değil. Ülke ve dünya ekonomisinin mevcut durumu, ekonomimizin değişen koşullara uyum sağlaması için de bir takım önlemlerin alınmasını zorunlu kılıyor. Kısacası ekonomik programımızın güncellenmesi gerekiyor.

 

Oysa bugün gelinen noktada bırakınız programın güncellenmesini, elde iç tutarlılığı olan herhangi bir programın var olduğu bile şüphelidir. Öncelikle, geçmiş dönemin parlak ekonomik performansının temel belirleyicileri olan üçlü çapadan hiçbiri bu dönemde mevcut değildir:

1.               Kemal Derviş başkanlığındaki ekonomik yönetimin ülkeye çizmiş olduğu yönün sonucu olan dezenflasyon sürecinde yıllardır başarılı olan enflasyon hedeflemesi, çeşitli etkenler sonucu artık eskisi gibi etkili olamayacaktır.

2.               Türkiye’nin yurtdışı yatırımcılar nezdinde kredibilitesini sağlamış olan, aynı zamanda bütçe disiplinine ve yapısal reform sürecine katkıda bulunmuş olan IMF anlaşması sonuçlanmıştır.

3.               AB’ye girme süreci eski hız ve heyecanını yitirmiştir.

 

Bu arka plana rağmen, son aylarda birbirinden kopuk bazı ekonomik önlemler açıklanmıştır. Başlıcaları, Orta Vadeli Mali Çerçeve, yeni enflasyon hedefleri, istihdam paketi ve GAP eylem planı olan bu önlemlerin ortak noktasının büyümenin canlandırılması olduğu görülmektedir.

 

Ancak, büyümenin en temel belirleyicisi, güven ortamıdır. Birbiriyle ilişkilendirilmeden açıklanan bu önlemler, büyümenin canlanacağına ilişkin bir güven oluşturmak yerine, yeniden popülizme dönüldüğü biçiminde yorumlanmış ve haklı ya da haksız, güven kaybına yol açmıştır.

 

Yine bu dönemde, tarım ve enerji reformlarında gidilmekte olan değişiklikler, kamu ihale kanununda yapılması gündeme getirilen düzenlemeler, popülizm endişelerine katkıda bulunmuştur.

 

Bunlar arasında GAP Eylem planına ve istihdam paketine genelde olumlu yaklaştığımızı bir kez daha ifade etmeliyim. Bunların muhtemelen orta-uzun vadede ekonomi üzerinde olumlu etkileri olacaktır. Her iki paket de büyümeyi hızlandıracak, istihdamı geliştirecektir. Ancak bu politikaların istenilen sonucu vermesinin zaman alacağı gözden kaçırılmamalıdır.

 

Değerli Başkanlar,

 

Yakın gelecek açısından çok da olumlu belirtiler göstermeyen bu ekonomik tablo, içinde yaşadığımız günlerde ön plana çıkan yoğun siyasi belirsizlikle gittikçe büyüyen risklere işaret etmektedir. Küresel piyasalardaki gelişmeler karşısında gerekli hazırlıkların yapılmamış olması, yurtiçindeki olumsuz siyasi süreçle de birleştiğinde, geleceğin öngörülebilir olmadığı bir ortam yaratmaktadır.

 

Bu bakımdan mevcut ekonomik durumun analizine siyasi gelişmeleri katmak zorunludur. Siyaseti yeniden çağdaş rayına oturtmak ve ülkenin hedefleri istikametinde bir rotaya oturmasını sağlamak hayati önem taşımaktadır.

 

Bildiğiniz gibi TÜRKONFED, üniversitelerdeki türban sorununa empatiyle yaklaşmıştır. Ancak, Anayasanın sadece türbanla ilgili maddelerinin değiştirilmeye çalışılmasının da toplumda ortaya çıkan kamplaşmayı artıracağına, gerilimi tırmandıracağına da dikkat çekmeyi ihmal etmemiştir. Anayasanın sadece bazı maddelerinin değiştirilmesi yerine tümden ele alınmasının, bu konuda geniş çaplı bir uzlaşma aranmasının gereğine işaret etmiştir.

 

Bunları söylerken amacımız geçmişe dönmek, haklı-haksız ayrımı yapmak değildir. Yaşadıklarımıza bakarak, ilerde yeni hatalar yapmanın önüne geçebilmeliyiz.

 

Demokrasilerde “Kuvvetler Ayrımı”, kuvvetlerin birbiriyle çatışmaları için değil, demokratik prensipler içinde birbirlerini bütünlemeleri için vardır. Toplumların iyi yönetilmesi için elzem olan kurumların hiçbiri kolay oluşmuyor. Demokratik gelenek kolay yerleşmiyor. Türkiye bu süreçten hem demokrasiye olan inancı zedelemeden, hem de kurumlarını yıpratmadan çıkmak zorundadır. Bunun için tüm kesimlerin el ele vermesi, özellikle de oyunu siyaset alanı çerçevesinde tutmaya çalışması gerekiyor.

 

Bunun için taraflar, toplumun kamplaşmasına neden olan bir anlayışla karşıt görüşleri  tüketme çabasından vazgeçilmelidirler. Ortak aklı bularak toplumu birleştirmek, tartışmaları yapıcı bir zemine taşımak herkesin görevidir. Unutmayalım: taraflar birbirlerini tüketmeye gayret gösterirken, elbirliği ile güzel ülkemizi tüketmektedirler.

 

Sistemi aşırı derecede zorlamanın da, ülkenin değişim ihtiyacının önüne set çekmenin de çıkış yolu olmadığı aşikârdır. Bir kez daha ifade etmeliyiz ki bizim gördüğümüz çıkış yolu, bir yandan mevcut hukukumuzun gereklerini saygıyla karşılamak, hukukun üstünlüğünü ve yargının saygınlığını ihmal etmemek, diğer yandan da başta Türkiye’nin ihtiyacı olan  kapsamlı Anayasa değişikliği olmak üzere, siyasi partiler kanunu, seçim kanunu ile hukuk sistemimizde gerekli reformları yapmaktır.

 

Bunu yaparken, mevcut sorunlara geçici çözüm aramak yerine, sistemi yıpratan, toplumu tüketen, siyaseti kilitleyen konuların üzerine açıklık ve cesaretle gitmek gerekir. Siyasetçilerimizi de toplumun çeşitli kesimlerinin temsilcilerini de içine alan, katılımcı demokratik bir kurumsal yapı içinde, yeterli sürede tartışılan, tartışmalarda yapıcı zeminde geniş tabanlı mutabakat arayan bir Anayasa değişikliği süreci izlenmelidir.

 

Yapıcı zemin nedir? Yapıcı zemin tartışmaları ön yargısız olarak, sadece ülkenin problemlerini çözmeye odaklamaktır.

 

Şanlıurfa Başkanlar Konseyi’nde yaptığımız çağrıyı huzurlarınızda bir kez daha tekrarlamak istiyorum: “Şimdi toplumsal ve siyasal mutabakat içinde, demokrasimizi çağdaşlaştırma, hukukumuzu demokratikleştirme; kuvvetler ayrımına dayalı, laik, demokratik hukuk devleti anlayışını ve bireysel özgürlükleri geliştirme zamanıdır. Şimdi siyasal sorunları mutabakatla çözerek, ekonomiyi siyasetin ve toplumsal hayatın odağına koyma ve elbirliğiyle gelişme, refah ve huzur için çalışma zamanıdır.”

 

Bunu Anadolu’nun feryadı ve herkesi sorumluluğa çağrısı olarak kabul edin. Bu  çağrı, iktidar, muhalefet, medya, sivil toplum, tüm bürokratik ve siyasi odaklar ve toplumsal kesimler için geçerlidir. Tüm siyasi partiler ve toplumun tüm kesimleri bugüne değil ülkenin geleceğine odaklanmalı, sağduyu ile hareket etmeli, her konudaki gerilimi demokratik, olgun bir diyalog ve mutabakat ile aşmaya çalışmalıdır.

 

Aksi takdirde tarih, hatalı davranan taraflardan, kurumlardan hiçbirini af etmeyecektir. Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyor, hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Paylaş: