Her ne kadar taklit ürünlere karşı ceza şikayetleri yolu ile savaşmak ülkemizde genel anlamda çok etkili bir yöntem de olsa, özellikle son senelerde pratikte birçok Sulh Ceza Hakimliği arama ve el koyma kararları konusunda çekimser davranmaktadır. Bir süredir bu konuda en çok sorunun yaşandığı İstanbul Adliyesi ise, yetki alanı nedeniyle marka sahipleri yönünden birçok kritik konumu - örneğin; Kapalı Çarşı, Taksim, Tahtakale vs - kapsamakta ve marka sahiplerinin haklarını koruma çabaları anlamında oldukça önem arz etmektedir.
Yargıtay’ın Arama ve Elkoyma Kararlarına İlişkin Yakın Tarihli Kararı, Sulh Ceza Hakimliklerinin Olumsuz Kararlarına Karşı Hak Sahiplerinin Elini Güçlendiriyor
İstanbul Adliyesi Sulh Ceza Hakimlikleri oldukça uzun bir süredir, marka hakkı sahiplerinin arama ve el koyma taleplerini tatmin edici ve somut gerekçelere dayanmadan reddetmektedir. Bu alanda çalışan birçok hukuk bürosunun yanı sıra, Gün + Partners Avukatlık Bürosu olarak biz de - kimi zaman sivil toplum kuruluşları ile de işbirliğimiz çerçevesinde - Adalet Bakanlığı ile üst düzey toplantılar dahi gerçekleştirerek mahkemelerin süregelen haksız uygulamalarının çözümü için çabalıyoruz.
Bu makalenin konusuna gelecek olur isek; 23 Eylül 2022’de İstanbul 4. Sulh Ceza Hakimliği, İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği’nin alışılagelmiş bir arama el koyma talebinin reddi kararına karşı şikayetçinin itirazını kabul etmiş, Yargıtay’ın yakın tarihli ve henüz yayınlanmamış bir kararına atıf ile, şikayetçinin talebi gibi arama ve el koyma kararı vermiştir. Anılan Yargıtay kararı, 19. Ceza Dairesi’nin 21 Ocak 2021 tarihli, 2020/1872 E. 2021/318 K. sayılı kararı olup, karar marka sahipleri yönünden oldukça önemli bir içtihat teşkil etmektedir.
İstanbul 4. Sulh Ceza Hakimliği kararına konu olayda, marka hakkı sahipleri İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde suç duyurusunda bulunmuş, sunulan delilleri yeterli bulan Fikri ve Sınai Haklar Soruşturma Bürosu’nda görevli Cumhuriyet Savcısı tarafından nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğinden arama ve el koyma kararı verilmesi talep edilmiştir. Şikayetçiler tarafından dosyaya sunulan deliller arasında ise, arama ve el koyma kararı talep edilen adresten fiş karşılığında satın alınmış sahte ürün numuneleri ve bu ürünlerin orijinal olmadığına ilişkin şikayetçiler tarafından temin edilen uzman mütalaası yer almıştır. İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği ise, alışılagelmiş “gerekçesi” ile “atılı suça konu fiilin gerçekleştiğine dair ve arama ve el koyma kararı verilmesi için gerekli olan makul şüphe oluşturabilecek nitelikte objektif ve inandırıcı delil bulunmadığı” ifadeleriyle arama ve el koyma talebinin reddine karar vermiştir. Hakimlik ayrıca, uzman mütalaasının şikayetçiler tarafından temin edilmesi nedeniyle objektif bir tespit olarak ele alınamayacağını da belirtmiştir.
Şikayetçilerin itirazı üzerine dosyayı İstanbul 4. Sulh Ceza Hakimliği ele almıştır. İstanbul 4. Sulh Ceza Hakimliği kararında, dosyaya sunulan delilleri adreste arama ve el koyma işleminin gerçekleştirilmesi adına ortaya koyulması gereken “makul şüphe”yi oluşturmak için yeterli bularak itirazı kabul etmiş, arama ve el koyma kararı verirken de yukarıda anılan Yargıtay kararına atıf yapmıştır. Bu karar neticesinde ise, yüzlerce taklit ürüne el konulması sağlanmıştır.
Yargıtay’ın içtihadi kararına konu somut olayda ise, sahte ürünlerin nereden temin edildiğini gösterir fiş veya fatura şikayetçiler tarafından sunulamamış olmakla birlikte, temin edilmiş olan numune ürünlerin taklit olduklarına ilişkin uzman mütalaası sunulmuştur. Yine şikayet üzerine, yetkili savcılık tarafından görevlendirilen kolluk kuvvetlerince gizlice gerçekleştirilen bir tespit ile arama talep edilen adreste halihazırda ürün satışı gerçekleştirildiği ortaya koyulmuştur. Yargıtay 19. Ceza Dairesi kararında, makul şüphe için uzman mütalaasının yeterli bir delil olarak gözetilmesi gerektiğini, kolluk kuvvetlerince gerçekleştirilen tespitin de şikayetçilerin beyanlarını desteklediğini belirtmiştir.
Daire kararında ayrıca çok önemli bir nokta olarak, satışta olduğu tespit edilen ürünlerin orijinal olmasının - yani şikayetçi firmaların orijinal ürün satan bir işyeri hakkında şikayetçi olmasının – beklenemeyeceğini, bunun hayatın olağan akışına uygun olmayacağını da ayrıca vurgulamıştır.
Yargıtay’ın kararı oldukça iyi gerekçelendirilmiş olup, marka hakkı sahiplerinin uzun zamandır ileri sürdüğü hususları da içermiştir. Marka hakkı sahiplerinin, orijinal ürün satan işyerlerinde baskın yapmak ve orijinal ürünlere el konulması sağlamak amacını güdeceğinin düşünülmesi mantık dışıdır, hayatın olağan akışına aykırıdır. Salt bu yüzden dahi, marka sahiplerinin şikayetleri, açıklamaları ve sunabildikleri deliller, daha geniş bir çerçevede yorumlanmalıdır. Tabi ki bu yaklaşım, marka hakı sahiplerinin suç duyurularını desteklediği fiş, fatura, rapor, kolluk kuvveti tespiti ve benzeri delillerin Sulh Ceza Hakimliklerince hiç aranmaması gerektiğini anlamına gelmemektedir; ancak Sulh Ceza Hakimliklerinin gerekçesiz ret kararlarının da kabul edilemez olduğu açıkça ortaya konmuştur.
Marka hakkı sahiplerinin son senelerde bu kararlar ile ilgili sorunlar yaşamış ise de, Yargıtay’ın anılan kararı etkisini de halihazırda göstermiş olup, tarafımızca son aylarda İstanbul Adliyesi’nden birçok arama ve el koyma kararı alınmıştır. Gelinen – ve kalıcı olacağını umduğumuz - bu son durum ise, fikri ve sınai mülkiyet uygulayıcıları tarafından daha iyi bir ekosistem ve uygulama için pes etmeden mücadelenin önemini ortaya koymuştur.
-----
Markalar ve Tasarımlar, Taklit ve Korsanla Mücadele
Zeynep Seda Alhas ve Atahan Erkul