Türkiye - İngiltere Mesleki ve Teknik Yükseköğretimde İşbirliği Konferansı

Türkiye - İngiltere Mesleki ve Teknik Yükseköğretimde İşbirliği Konferansı

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in, 19 MArt 2007 tarihinde Ankara'da düzenlenen Türkiye - İngiltere Mesleki ve Teknik Yükseköğretimde İşbirliği Konferansı'ndaki Eğitim Kurumları – Sanayi İşbirliği Konuşması.

Değerli Konuklar,

Bu önemli toplantıda sanayicilerin bir temsilcisi olarak aranızda bulunmaktan mutluluk duyuyorum. Benim konum, sanayi-okul işbirliği. Konuşmamı hazırlarken okul kavramını geniş tuttum. Sizlere üniversiteler, meslek yüksek okulları, MEB’e bağlı meslek okulları ve yaşam boyu eğitim veren kurslar konusunda TÜRKONFED üyesi sanayicilerin düşüncelerini özetlemeye çalışacağım. Konuşmamın ilk bölümünde, konuya genel bakışımızı anlatacağım:

Konu meslek eğitimi olunca, sanayicinin ilgi duyması doğal. İyi örnekleri bir kenara bırakıyorum, sözüm meclisten dışarı diyorum. Ama ülkemizde eğitim camiası maalesef uzun yıllar konuya “sanayiciler, bize maddi destek sağlayın, gerisine karışmayın, eğitim bizim işimiz” sloganıyla yaklaştılar. 1983 yılından beri bu konuda bizzat çaba göstermiş, olayları şahsen yaşamış bir kişi olarak söylüyorum bunları. Bana ayırdığınız kıymetli vakti daha verimli kullanmak ve bugünlerde oluşan, bu gün güzel bir örneğini yaşadığımız sanayici – eğitimci diyaloğunu, işbirliği havasını, geçmişe dönük tenkitlerle zayıflatmak istemiyorum. Bu konuya değinmemin nedeni, geçmişin tecrübelerini, geleceği daha iyi şekillendirmek için kullanma çabamdır. Tabii sıkıntının sadece eğitim camiasından ve bürokrasiden kaynaklandığını da iddia etmiyorum. Kamu-özel sektör işbirliğini yaşama geçirmek için her iki tarafın ortak çalışma kültürünü benimsemesi ve özel sektörün de daha fazla bilinçlenmesi gerekmektedir.

Sevinerek görüyoruz ki son birkaç yıldır gerek Yükseköğretim Kurulu, gerekse Milli Eğitim Bakanlığı sanayici ile diyaloğunu artırma çabası içerisinde. DPT’nin ve Çalışma Bakanlığının bu konuda yadsınamaz çabaları, katkıları var. Hepimizin amacı aynı; küresel rekabette gerilere düşmemek için insanlarımıza meslek edindirebilmek. Genç nüfusumuzun eğitimsizliğinin AB’ye girmemizin önünde problem olarak gösterilmesini engellemek. Aynı zamanda genç nüfusumuzun, yakın tarihte girmeyi umduğumuz  Avrupa Birliği ülkelerinin düşük kaliteli işlerini yapma konumunda olmasını engellemek. Tam tersine, eğitimli gençlerimizin yaşlı nüfusu artan AB’nin aradığı kalifiye elemanlar olmasını sağlamak. Bunu yaparken de piyasanın ihtiyaç duyduğu elemanın, ihtiyacın oluştuğu yörede, doğru yöntemlerle eğitilmesini sağlamak. Ancak son yıllarda Ankara’da üst düzeyde tespit ettiğimiz sanayici - eğitimci diyalog çabasının yerel eğitimciler ve çeşitli kademelerdeki bürokratlar tarafından benimsenmiş olduğunu söyleyemem.

Eğitim – sanayi işbirliğini nasıl kuracağız? Türkiye’de sanayicinin büyük bölümü, eğitim işini çok önemsemektedir. Özellikle otomotiv sanayinin ve onun yan sanayisinin son yıllarda attığı dev adımlar, bu kesimin elemanlarının eğitimine harcadıkları zaman ve paranın bir sonucudur. Sanayici, eğitime destek veriyor, hatta iddia ediyorum, bu konuda Avrupa’nın hiçbir ülkesinde görülmeyecek kadar para ve zaman harcıyor. Eğitime yapılan bağışlar, hayırseverlerin, sanayicilerin bağış niteliğinde yaptırdıkları okullar, yurtlar ortadadır.

Evet, ülkemiz şartlarında okul binası yaptırmak da eğitime katkıdır ve gereklidir. Ancak halkın, özellikle sanayicinin eğitime tek desteği bina bağışlayıp sonrasına karışmamak olmamalıdır. Eğitimin kalitesini yükseltmek amacıyla verilecek manevi katkı, vizyon, en az maddi katkı kadar önemlidir. Tecrübelerim göstermektedir ki sanayici  eğitime nakit para haricinde bir destek sağlamak istediğinde, zamanın büyük kısmını bürokrasiyi  aşmak için harcıyor, maalesef. Caydırıcı bürokrasi nedeniyle hayırseverler, genelde para bağışı yapıp, asıl katkı yapması gereken eğitimin içeriği konusuna  sırtını dönüyor.

Sanayicinin eğitimin detaylarına girmeyi engelleyen önemli olan bir konu daha vardır: Bürokratlar ve resmi kurumlar arasında sanayicinin anlamakta güçlük çektiği yetki kıskançlığı, tartışma, hatta ideolojik kavga havası ve güvensizlik ortamı vardır. Bu konunun aşılması tabii ki siz değerli eğitim camiasının üst düzey yöneticilerinin görevidir.

Değerli konuklar,

Şimdi de Türkiye’deki mesleki eğitim ve sanayici – eğitimci diyaloğunun ayrıntılarına girmek istiyorum.

Konuya genel açıdan bakınca, resmi eğitim ile sanayi ilişkisinin tüm ülkelerde sıkıntılı   bir alan olduğunu görürüz. Gelişmiş ülkeler, bu sorunu çeşitli deneyimlerine dayanarak aşmışlardır. Oralarda sanayici- eğitimci işbirliği sayesinde “Pazarlanabilir yenilikler,” yani inovasyon yapılabiliyor, katma değeri yüksek ürünler bu sayede toplumun refahını yükseltiyor. Bizdeyse eğitim camiasının bürokrasisi yüksek, hareket kabiliyeti düşük yapısı, hızlı hareket etme mecburiyeti ve becerisi olan sanayiciye itici gelmekte, işbirliği arzusunu törpülemektedir.

Mesleki örgün eğitim denince akla ilk gelen konu meslek liseleri. Tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de meslek liseleri, ailelerin ikincil tercihleri olmaktadır. Ülkemizde ayrıca meslek liselerini bitiren talebelerin üniversiteye girmeleri önünde engel olan katsayı psikolojik faktörü vardır. Bu iki faktör, Türkiye’de meslek lisesine gitmek isteyenlerin oranının neden arzulanan %65ler seviyesine çekilemediğini açıklamaktadır. Bu bağlamda, bir taraftan meslek liselerinin prestijini artıracak iyileştirmelerin yapılması gerektiğini, diğer taraftan katsayı engelinin kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz.

Katsayının kalkmasının imam hatip tartışmaları ile ilgili olduğunun bilincindeyiz. Bu konudaki rahatsızlıkları da anlayışla karşılıyoruz. Ancak bu konunun çözümü, mesleki eğitim konusunun zayıflamasına neden olan yapay katsayı engeli olmamalıdır. İmamlık rekabet ortamından etkilenen, kar etmek, para kazanmak için yapılan bir meslek değildir. O halde bu okulların meslek lisesi statüsünden çıkartılıp kendine has ayrı bir kategoride değerlendirilmesini tavsiye ve talep ediyoruz.

Genelde temel eğitimin zayıf olduğunu bildiğimiz meslek liselerinden meslek yüksekokullarına imtihansız geçiş, ayrı bir sorundur. İki yıllık meslek yüksek okul süresinin kısa olması yanında, oraya kabul edilen öğrencilerinin seviyesinin düşük olması, bu kurumlardan mezun olanların kalitesini etkilemektedir. Sanayici gözlüğü ile bakıldığında bu gençler devekuşu misali, ne kuştur, ne de deve. Meslek lisesi  mezunlarına verilen işleri küçümsemektedirler. Daha üst seviyedeki işleri yapacak kapasiteye de ulaşmamışlardır. Bu nedenle düşüncemiz, meslek yüksek okullarının 3 ya da 4 yıla uzatılmasının uygun olacağıdır. İki değişik mühendislik seviyesinin Türkiye’de de uygulanması, sorunun çözümüne katkıda bulunacaktır.

Böylece genelde “meslek eğitimi” olarak algılanan mühendislik eğitimi de böylece  gerçek yerini bulacaktır. Bu arada 4 yıla uzatılan meslek yüksekokullarında verilecek mühendislik eğitiminin son yılının staj yılı olarak algılanması da meslek eğitimine katkıda bulunacaktır. Yasalarımızda stajyerlik konusunda işletmeleri zorlayıcı, daha da önemlisi özendirici maddeler düşünülmemiş. Bu konudaki düzenlemelerin gözden geçirilmesinin faydalı olacağını düşünüyoruz. Ayrıca, batıda yaygın olan yüksek öğrenim kurumlarının öğrencilerine dönemsel çalışma esnekliği sağlamaları sisteminin bizde de yerleştirilmesi üniversite – sanayi işbirliğini pekiştirecek faydalı bir adım olur.

Türkiye’de özel sektörün ve hayırseverlerin eğitime desteğinin büyük olduğunu söyledim. TÜRKONFED olarak bizim görüşümüze göre her kademeden eğitimcilerin ve eğitim bürokrasisinin alışkanlıkları, tarihimizden kaynaklanan korkuları vardır. Bunların frenleyici etkileri nedeniyle sanayici – resmi eğitim işbirliği daha uzun seneler istenilen seviyeye gelemeyebilir. Ancak ülke sanayiinin yetişmiş eleman ihtiyacı ve demografik özelliklerimiz, beklemeye tahammülümüz olmadığını göstermektedir. O halde biz sanayiciler ihtiyacımız olan kaliteli ara eleman eğitimini gerçekleştirmek için kendi imkanlarımız dahilinde çözümler üretmeliyiz. Bunun yolunun da  sanayicinin,  yaşam boyu eğitim adı verilen ve gelişmiş ülkelerde yaygın olarak kullanılan eğitim sistemine destek olması diye düşünüyoruz. Sanayici bu sistem sayesinde talep ettiği elemanı en  etkin metotlarla, amaca yoğunlaşmış, pragmatik yöntemlerle ve son derece süratli bir şekilde yetiştirebilir.

TÜRKONFED iki yıla yakın süredir yaşam boyu eğitim kurumlarıyla çeşitli çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar sırasında görülmüştür ki eğitime bina bağışlayıp görevini yaptığını düşünen, vicdanını rahatlatan hayırseverleri değişik düşünmeye ikna etmek, bu tür eğitime bürokrasiyi inandırmak, bürokrasiyi aşmak, gençleri ve ebeveynleri bu istikamete yönlendirmek, özetle yaşam boyu eğitim sistemini yerleştirmek kolay değil, hatta çok çok zor bir iş. Ancak, yaptığımız yoğun çalışmalar sonucunda bu konuda başarılı adımlar attığımızı ve kamuoyunun dikkatini yaşam boyu eğitime çektiğimizi  ifade edebilirim.

Türkiye’de yaşam boyu eğitim, çeşitli kurumlar tarafından verilmektedir, aslında. Üniversiteler, çeşitli STK’lar, meslek okulları, belediyeler, halk eğitim merkezleri, ticaret ve sanayi odaları, meslek odalarının açtığı kurslar, firmaların kendi bünyelerinde açtıkları eğitim kursları, bazı özel dershaneler, yaşam boyu eğitim felsefesine uygundurlar. Bu kursların verdiği eğitimin ve kurs sonunda dağıtılan sertifikaların standardizasyonunda sorunlar olması, bu kursların prestijlerinin yeterli seviyede olmamasına neden olmaktadır. Kursların birçoğunun da “dostlar alışverişte görsün” felsefesiyle, bazı kuruluşların popülist prestij elde etme gailesiyle açıldığını da görmekteyiz.

Bu konuda ülkemizde olumlu bir adım atılmış ve Çalışma Bakanlığı’nın kontrolünde Mesleki Yeterlilik Kurumu kurulmuştur. Geçen yılın sonunda kanunu çıkmış olan Mesleki Yeterlilik Kurumu, meslek standartlarını belirleyecek, aynı zamanda yaşam boyu eğitim veren özel eğitim kurumlarını akredite edecektir. Bu kurum sayesinde yaşam boyu eğitim ülkemizde layık olduğu prestije kavuşacaktır.

Yaşam  boyu  eğitim,  en  fazla  kime  faydalı  olacaktır?  Türkiye’de  her  yıl      yaklaşık

1.100.000 genç orta öğretim kurumlarından mezun olmakta, bunların 2/3’ü üniversiteye girememektedir. Bu gençlerin büyük çoğunluğu, mesleki beceriler konusunda eğitim almamış düz lise mezunlarıdır. Meslek lisesi mezunu gençlerinse mesleki eğitim ve temel eğitimlerinin zayıf olduğu da malumumuzdur. İş piyasasında “ne iş olursa yaparım” kategorisinde düşük ücretlerle değerlendirilen bu gençlerin kısa süreli de olsa yoğunlaştırılmış eğitim almasının şart olduğu, sanayi kesimince bilinmektedir. İyi ve odaklanmış bir mesleki eğitim, bu gençlerin daha kolay iş bulmalarını, adeta sınıf atlamalarını sağlamaktadır. Dolayısıyla, yaşam boyu eğitim sisteminin en fazla fayda vereceği alan, lise bitiren gençlerin çeşitli meslek kurslarında, duruma göre gereken sürede, bazı durumlarda 2 yıla kadar uzayabilecek yoğun eğitim almalarıdır. Tabii ki bu meslek kurslarının ve verdikleri sertifikaların Mesleki Yeterlilik Kurumu tarafından akredite edilmiş olmasının önemi büyüktür.

TÜRKONFED olarak mevcut başarılı örneklerden hareket ederek yaşam boyu eğitimin finansmanı üzerinde de fikir üretmekteyiz. Önerilerimizden biri, bu eğitimlerin mevcut İşsizlik Sigortası Fonu ile desteklenmesidir. Bilindiği gibi işsizlik fonu, %2  sanayiciden,

%1 çalışandan olmak üzere her ay çalışan maaşının % 3’ünün kesilmesi ve % 1 devlet katkısıyla oluşturulmuş bir fondur. Bugün bu fonda birikmiş olan miktar, 24 milyar YTL, yani yaklaşık 16 milyar dolardır. Bu büyük birikimin, fonun ruhuna uygun olarak işsiz kişilerin meslek değiştirmeleri ya da mesleklerini geliştirmeleri istikametinde kullanılması uygun olacaktır.

TÜRKONFED olarak yaşam boyu eğitimin desteklenmesi için gösterdiğimiz ikinci kaynak, Organize Sanayi Bölgelerinde oluşturulacak fonlardır. OSB’ler, yetişmiş elemanın en fazla ihtiyaç duyulduğu yerlerdir. Bu kuruluşlarda sanayiciye elektrik, su ve doğalgaz ile hizmet satışlarından elde edilen paralar birikmektedir. Bu birikimlerin belirlenmiş bir bölümünün sanayicinin ihtiyacı olan ara eleman yetiştirme istikametinde kullanılabilmesi, sanayicinin devlete yük olmadan mesleki eğitime katkıda bulunması anlamına gelir. Ülkemizde bu şekilde çalışan başarılı örnekler mevcuttur. Önümüzdeki ay açıklayacağımız raporumuzda, geliştirdiğimiz bu modelin ayrıntıları vardır.

Konuşmamın özeti olarak Türkiye için gerekli olan mesleki eğitim reformunun iki değişik felsefe ile yapılması gerektiğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum: Birincisi, devlet eliyle verilen eğitimde yapılması gereken iyileştirmeler ve bu konuda sanayici - eğitim camiası işbirliğidir. Bu reform, çok gerekli olmakla birlikte uzun vadelidir.  İkincisi ise, hayırsever vatandaşlar, sanayici, devlet imkanları, AB fonları ve dünyada bu konuda hiç de azımsanmayacak boyutta mevcut çeşitli fonların birarada kullanılmasının sağlanmasıdır. Böylece işsiz ve/veya mesleksiz insanlar yaşam boyu eğitim çerçevesinde kısa süreli ancak yoğunlaştırılmış kurslarda eğitilebilir. Bu sistem, tabii ki resmi eğitim kadar derin içeriğe sahip olmayacaktır. Ancak sanayiciden geniş destek alabilecek, sanayici - eğitim camiası işbirliğinin artmasına neden olabilecek, kaynağı mevcut bir sistemdir. Böylece yaşam boyu eğitim, bugünkü eğitim ve istihdam darboğazımızı aşmak açısından çok önemli bir kaldıraç olacaktır.

Konuşmamı bitirirken, son bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: TÜRKONFED olarak eğitim camiamızın ideolojik tartışmalarla çok zaman kaybettiği, bu tartışmaların özellikle mesleki eğitim konusunun akılcı bir çözüme kavuşmasına engel olduğu kanısındayız. Meslek eğitimi konusu, istihdam, üretim, katma değer yaratılması, dünya ile rekabet, refahımız, sosyal sermayemiz ile direkt ilgilidir. Gençlerimizin ve ülkemizin geleceğini belirleyecektir. Bu konu, ideolojik tartışma ortamının dışına çıkartılmalı, meslek eğitim tartışmaları ideoloji savaşlarının muharebe meydanı olmamalıdır.

Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Paylaş: