YÖNETİM KURULU BAŞKANI CELAL BEYSEL'İN 11. GİRİŞİM ve İŞ DÜNYASI ZİRVESİ AÇILIŞ KONUŞMASI

YÖNETİM KURULU BAŞKANI CELAL BEYSEL'İN 11. GİRİŞİM ve İŞ DÜNYASI ZİRVESİ AÇILIŞ KONUŞMASI

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in ''11. Girişim ve İş Dünyası Zirvesi'' Açılış Konuşması

Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, değerli konuklar Sevgili TÜRKONFED’liler, Değerli Basın mensupları,

Her yılsonunda bir başka kentte düzenlediğimiz, artık geleneksel hale gelen zirve toplantılarımızın on birincisini açıyorum. Hepiniz hoş geldiniz.

Bu yıl zirvemizi Eskişehir’de gerçekleştiriyor olmaktan dolayı çok mutluyuz. Bize ev sahipliği yapan Eskişehir SİAD’a, başkan Sayın Onur Sürmeli’nin şahsında şükranlarımızı sunuyoruz.

Ülke olarak zorlu geçen bir yılı geride bırakıyoruz. 2007, Türkiye için öncelikle gerilimlerin ve siyasi çalkantıların yılı oldu.

Çok şükür, genel seçimleri büyük bir olgunluk içinde geçirdik, Cumhurbaşkanlığı seçimini yaptık, istikrara zarar vermeden demokratik süreçleri tamamladık. Ama bu arada temel konularda yeterli adımları atamadan yılın sonuna gelmiş olduk. Bu yıl, ekonomik disiplin nispeten gevşedi. Daha 2006’da enerjisini yitirmiş gözüken AB ilişkileri duraklama dönemini yaşamaya devam etti Önce AB konusundaki duraklamanın bedelini ağır biçimde ödemeye başladığımıza dikkatleri çekmek istiyorum.

Türkiye 2007’de siyasal tartışmalara ve kendi iç çekişmelerine daldı. Hükümet, seçim öncesi popülist yaklaşımlarla AB’yi hedef alan ve kendisini ulusalcı cepheden zorlayan rakipleri karşısında, AB konusunu rafa kaldırmayı uygun buldu.

Türkiye’nin iletişim eksikleri, özellikle Avrupa kamuoyuna kendini anlatamaması konudaki ilerlememizi zaten yavaşlatıyordu. Hükümet, neredeyse iki yıla yaklaşan bir süredir sahneden çekilip, AB ilişkilerini adeta askıya alınca, AB içindeki Türkiye karşıtı unsurlar da kendilerine çok rahat bir oyun alanı buldular.

Fransa’nın baskısı ile, bugün gerçekleşecek olan liderler zirvesinin sonuç  bildirgesi taslağından Türkiye’nin “üyelik” hedefiyle ilgili ifadelerin çıkarılmasını, meydanın boş bırakılmasının bir sonucu olarak görüyoruz.

Biz sanayici ve iş insanları Türkiye’nin tam üyelik mücadelesinin kolay bir süreç olacağını hiçbir zaman düşünmedik. Ama kararlılıkla ilerlersek hedefimize ulaşacağımıza da inandık.

Toplum olarak AB’ye girme yolunda gereken reform ve değişimleri aynı istek ve kararlılıkla, Atatürk’ün bize gösterdiği yönde ve kendi menfaatlerimiz doğrultusunda gerçekleştireceğiz. İnanıyoruz ki AB de gün gelince, ülkemizi arasına almakla güçleneceğine inanacak ve kapılarını ardına kadar açıp, bizi davet edecek.

Sarkozy ve onun gibi düşünenlere rağmen. Değerli konuklar,

Bugünlerde  maalesef  ekonomik  konularda  da  bazı  olumsuz  gelişmelerle  karşı karşıyayız.

Kasım ayında tüketici fiyatları % 1,9 arttı. Bu rakam, 2003 yılından bu yana görülen en yüksek Kasım ayı artışıdır.

Ayrıca çekirdek enflasyon rakamlarında da düşme eğilimi Ekim ayında durmuşken Kasım ayında yine artış göstermiştir. Yapılması beklenen elektrik ve doğal gaz zamları da eklendiğinde enflasyonun, dört senenin ardından ilk kez %9 seviyelerine geri dönmesi işten bile değildir.

Dileriz iki haneli psikolojik sınırı geçmeyiz. Öte yandan ekonomideki hızlı büyüme süreci de tıkanıklık işareti vermektedir. 2002–2006 döneminde ortalama %7,5 olan büyüme hızı, 2007 yılının ikinci çeyreğinde % 4 civarına inmiştir. Bu hafta açıklanan üçüncü çeyrek büyüme rakamı ise, %2 ile beklentilerin çok çok altında çıkmıştır. Tabii burada kuraklığın tarım sektörüne yaptığı ciddi etkiyi göz ardı etmemek gerekir. Ancak özel sektörün tüketim ve yatırım harcamalarının artış hızında da gerileme olmuştur. İnşaat sektörünün büyümesi çok ciddi biçimde yavaşlamıştır. Özel sektörün dayanıklı tüketim harcamalarında ve makine teçhizat yatırımlarında görülen yavaşlama, gelecek dönem büyüme beklentilerini de sınırlamaktadır.

Bu birkaç veri bile ekonomideki temel dengelerin yeterince güçlü olmadığını göstermektedir. Ekonomideki yapısal sorunlarımızı henüz aşamamış olduğumuzu artık kabul etmeliyiz. Büyüme yavaşlamaktadır. Enflasyonla mücadele iyice zorlaşmıştır. Cari işlemler açığı 35 milyar dolar gibi yüksek bir seviyededir. 2007 öncesinde büyük iyileşme göstermiş olan bütçe dengesi, seçim harcamalarının da etkisiyle bozulmuştur. Faiz oranları hala uluslararası karşılaştırmalarda çok yüksektir. 2001 yılında bu yana yaratılmış olan 2,6 milyon istihdam, var olan işsizlik, bölgesel gelişmişlik farkları ve gelir adaletsizlikleri karşısında yeterli değildir.

YTL’nin değer kazanmaya devam etmesi bu sorunların üstünü örterek, mücadeleyi geciktirmektedir. Uluslararası likidite koşulları eskisi gibi değildir. Son dönemde ABD kaynaklı konut kredilerinden kaynaklanan istikrarsızlığın sonuçları dünya ekonomisinde etkisini göstermektedir. Karmaşık finansal mekanizmalarla dünya piyasalarına yayılan bu istikrarsızlık, uzun dönemdir süregelen global likidite bolluğunun sona erdiği endişelerini artırmıştır. Küresel piyasalarda yaşanan son dalgalanma, bizim gibi büyümesini yoğun dış kaynak ile, özellikle sıcak para ile finanse eden ülkelerin risklerini bir an önce minimuma indirmeleri gerektiğinin işaretidir.

Henüz paniğe gerek duyulacak bir gelişme olmasa da, gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akışının durması ya da tersine çevrilmesi durumunda, ciddi sorunlar çıkabileceğini unutmamalıyız.

Bütün bu sonuçlara bakarak diyoruz ki, yavaşlamış olan yapısal reform sürecinin hızı hiç  vakit geçirmeden yeniden artırılmalıdır. Türkiye ekonomisinin katma değer üretimini  artıracak tedbirlerin alınması sürat kazanmalı ve bunun için gerekli yapısal dönüşüm bir an önce tamamlanmalıdır. Bu hedefe ulaşabilmemiz için verimlilik ve rekabet gücümüzü artırmamız gerekmektedir. Özellikle KOBİ’ler seviyesinde bu daha da önem kazanmaktadır. Ülkenin istihdam yaratma ve ekonomik kalkınma yönündeki dayanması gereken güç, KOBİ’lerdedir.

Aynı şekilde bölgesel kalkınma perspektifinin yerleşmesi, bölgelerin sektörel üstünlüklerine göre gelişme stratejileri çizilmesi, bunlara uygun destekler düşünülmesi hayati önem taşımaktadır.

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’nin yeni bir ekonomik reform atılımı içine girmesi için siyasal açıdan sorunsuz bir zemine ihtiyacı vardır.

Diğer bir deyişle, topyekûn bir seferlik yapacaksak, siyasal zeminde de bir toplumsal uzlaşma içinde olmalıyız. Türkiye’nin içine girdiği yeni Anayasa hazırlama tartışmaları, ancak bu amaca hizmet ettiği takdirde ülke sorunlarına çözüm yaratabilir.

Biz TÜRKONFED olarak, bu konuya yaklaşımındaki bazı tutumları nedeniyle hükümeti ilk günden başlayarak uyarmayı görev bildik. Sayın Başbakan’a bir mektup yazarak  görüşlerimizi ilettik. Aradan geçen zaman içinde bu görüşleri geliştirdik ve Anayasa yazımı ile ilgili prensiplerimizi bir dokümanda topladık. Bu dokümanı Ankara’da toplanan Anayasa Platformuna da sunduk.

Bizim görüşümüz temelde şu esaslara dayanmaktadır:

-Toplumun tüm kesimlerin sürece katılımını sağlayacak bir kompozisyon içinde, bir Anayasa Konseyi oluşturulmalı, bu konsey demokratik ortamımızda dolaşan taslakları uzlaşarak üçe indirmelidir.

-BMM başkanı partilerarası bir uzlaşma komisyonu kurmalı, komisyon 3 taslağı birleştirerek bir Anayasa teklifine dönüştürmelidir.

-TBMM Başkanı süreci bir takvime bağlayarak kamuoyuna açıklamalıdır.

Çok özet olarak yöntemle ilgili görüşlerimiz bunlardı…

Anayasa’nın içeriğine ilişkin prensipleri belirlerken de, Anayasa’nın üç denge arayışı üzerine inşa edilmesi gerektiğini savunduk.

-Devlet erkleri arası denge ya da erkler ayrılığı; yani yasama, yürütme ve yargı  arasında gerçek bir güçler ayrılığı

-Özgürlükler arası denge; bir özgürlüğün, diğer özgürlüğü bastırmasının engellenmesi

-Devlet-birey (ya da otorite-bireysel özgürlük) arası denge; devlet, birey için vardır, bireyse kanunlara saygı gösterir.

Yeni Anayasa’nın ayrıca, ortak bir insan hakları bilincinin oluşmasına katkı yapması, “anayasal yurttaşlık” statüsünü zedeleyen her tür etnik, dinsel ve diğer kırılmaları aşabilmesi, “laiklik ilkesi”ni güçlendirmesi gerektiğini dile getirdik.

Bu bağlamda dikkatle izlenmesi gereken bir konu olarak da Milli Eğitim’in üzerinde durduk ve Milli eğitim ve din eğitimine ilişkin konuların, laiklik prensibinden bağımsız olarak düşünülmemesi gerektiğini dile getirdik.

Gelinen noktada devletçilik ilkesi artık geçerliliğini yitirdiğinden, devletin ekonomik  yaşama müdahalesinin de küreselleşmenin gerçekleri ışığında gözden geçirilmesini istedik.

Değerli arkadaşlarım,

Bu yıl TÜRKONFED olarak kendimize “İş Dünyasında Kadın” temasını seçmiştik.

Kadınların eşitlik ve özgürlük alanında temel sorunları olduğunu çok iyi biliyoruz ve bu nedenle yeni Anayasada da bu pozitif ayrımcılık ilkesinin olmasını önemsiyoruz. Bu bağlamda, Yeni Anayasa’da genel eşitlik ilkesi yanında, kadın-erkek eşitliğine  özel  bir vurgu yapılması gerektiğini; muhakkak kadınlar lehine pozitif ayrımcılık ilkesine yer verilmesi gerektiğini de dile getirdik.

TÜRKONFED olarak kendi penceremizden baktığımızda kadınların ekonomik hayatta yeterince yer almayışlarının hem kadınlar hem de ülke ekonomisi açısından son derece olumsuz sonuçlar yarattığının bilincindeyiz.

Bu yıl içinde uzman akademisyenlerle yaptığımız kapsamlı bir çalışma geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. Hazırlanan raporun bir örneğini ve sonuçlarını bugün size sunacağız.

Bu çalışmayı gerçekleştiren,

- Dr. Gülay Budak’a,

- Doç. Dr. Meltem Özkaya’ya,

- Doç. Dr. Kadriye Bakırcı’ya,

- Yrd. Doç. Dr. Oğuz Karadeniz’e

- Dr. Hakan Yılmaz’a,

bu çalışmamızda yanımızda olan İş Kadını Derneklerimize ve profesyonel yöneticilerimize huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.

Bir teşekkür de Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Sayın Ayşe Soysal ile başarılı işkadınımız Demet Sabancı Çetindoğan’a borçluyuz. Her ikisi de yoğun iş tempoları arasında bizlere zaman ayındılar ve konuşmacı olarak zirvemize katıldılar. Görüş ve deneyimlerinden çok yararlanacağımıza inanıyorum.

Hazırlanan raporda, öncelikle kadının işgücüne katılımının neden düşük olduğu araştırılıyor. Nedenlerin ortaya konulmasından sonra bu katılımı artırmak için yapılması gerekenler, üç temel alan olan eğitim sistemi, mali düzenlemeler ve hukuki düzenlemeler açısından irdeleniyor. Sizler de, gerek bugün programımızın akışı içinde konuyu tartışırken gerekse raporu okurken göreceksiniz:

Kadınların mevcut durumlarının düzeltilebilmesi için, bir yandan başta eğitim olmak üzere,  bu saydığım alanlarda temel iyileştirmelerin yapılması gerekiyor. Diğer bir yandan da süreci hızlandırmak için kadınlara pozitif ayrımcılık uygulanması hayati önem taşıyor.

Yapılması gerekenlerin belki de en önemlisi ise, kadın erkek eşitliği konusunda toplumda var olan ön yargıları kırmak, bu eşitlik anlayışını devlet organlarından başlayarak toplumun tüm kesimlerine taşıyabilmek. Bunun için önerimiz ise, kadın erkek eşitliğini kamunun her kademesinde gözetecek yetkili organlar oluşturmak.

Bu organların hemen akla gelen iki tanesi, TBMM kadın erkek eşitliği komisyonu ve özerk  bir kadın erkek eşitliği OMBUDSWOMAN’ıdır.

Değerli konuklar, Sevgili TÜRKONFED’liler

İçinden geçtiğimiz dönemde, mevcut verilere ve muhtemel gelişmelere baktığımızda, ekonomiyle ilgili pembe tabloların artık inandırıcı olmadığını tekrar etmek istiyorum.

Acil olarak yapısal reform sürecine hız kazandırmak, ekonomide katma değeri ve verimliliği artırmak zorundayız. Burada çok sayıda temsilcisinin bir araya geldiği KOBİ’lerin ve Anadolu’da dağıldıkları muhtelif bölgelerin bu sürece büyük katkıları olabileceğini kendi çalışmalarımızdan çok iyi biliyoruz. Yeter ki hükümet bunun yollarını açabilsin.

Verimli bir toplantı geçirmenizi diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum…

 

Paylaş: