TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in 12. Girişim ve İş Dünyası Zirvesi Açılış Konuşması

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in 12. Girişim ve İş Dünyası Zirvesi Açılış Konuşması

Sayın Vali, Belediye Başkanı, Değerli dostlarım,

Değerli basın mensupları

TÜRKONFED Girişim ve İş Dünyası Zirvesi’ne hepiniz hoş geldiniz. Bugün 12. zirvemizi gerçekleştiriyor olmanın gururu içindeyiz. Bu kriz ortamında zaman ayırıp geldiğiniz için hepinize çok teşekkür ederim. Konuşmama başlamadan önce, zirveyi yepyeni bir boyuta taşıyan ev sahibemiz, İzmir SİAD Başkanı Sayın İlknur Denizli ve çalışma arkadaşlarına teşekkür etmek isteriz. Bu kusursuz organizasyon, onların yoğun çabaları ile gerçekleştirilebildi.

Her zirve toplantımızda yaptığımız gibi bugün de konuşmamla geçtiğimiz yılın değerlendirmesini yapmak istiyorum.

Hepimiz farkındayız ki, bu yıl diğerlerine pek benzemiyor. Çünkü bu yıl dünya, finans sektöründen kaynaklanan ve uzun zamandır sinyallerini aldığımız bir krizin içine gömüldü. 2007 Ağustos ayında ABD’de düşük kaliteli mortgage kağıtlarında başlayan sıkıntılar, önce diğer gelişmiş ülkelere, sonra gelişmekte olan ülkelere yayıldı. Tüm dünya bu sorunla boğuşuyor. 2001’den sonra finans sektörümüzde sağlanan yapısal iyileşme sayesinde kriz ülkemizi gecikmeli olarak etkilemeye başladı.

Gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke daralmayı frenleyebilmek için 6 aydır ardı ardına önlemler alıyor. Kamu kaynakları seferber ediliyor, finansal kurumlarının kurtarılması için paketler hazırlanıyor, faiz oranları aşağı çekiliyor. Hatta reel sektörün büyük oyuncularının kurtarılması talepleri üzerine pazarlıklar yapılıyor.

Biz ne yapıyoruz? Krizin ağırlığının ülkemizde de hissedilmeye başlandığı Ekim ayından bu yana herkes maalesef bir başka telden çalıyor.

Hükümet üyeleri krizin ülkemize eriştiği ilk günlerde krizi hafife alan mesajlar verdiler. Bu tabii ki panik çıkmamasına yönelik bir tavır idi, doğruluğu bakış açınıza göre değişebilir.. Zaman içerisinde gerçekçi açıklamalar yapma dönemi geldi ve yapılıyor. Ancak üzülerek görüyoruz ki muhtemelen yaklaşan seçimlerin etkisi ile kah reel sektörün, kah finans sektörünün suçlandığı, kıymetli zamanın gereksiz tartışmalarla harcandığı, krizin üstesinden gelmesi gereken kesimleri kamplara ayırmaktan başka işe yaramayan bir sürece girdik. Biz reel sektör olarak Hükümetten, özellikle Sayın Başbakan’dan piyasayı sakinleştirici, krizin el birliği ile çözülmesi yönünde arabulucu, uzlaştırıcı bir tavır bekliyoruz. Krizden çıkış, tüm tarafların hep birlikte ortak akıl üretmesi ile mümkün olabilir

Örneğin bu hükümet IMF anlaşmasını yıllardır büyük bir başarı ile yürüttü. IMF’nin bazı ülkelerde başarısız uygulamaları olduğu bir sır değil. Biz, 2001’den itibaren IMF ile başarılı bir çalışma yaptık ve 2001 krizini en az zararla atlattık. Bu konuda IMF ile derin tecrübemiz var. O gün de IMF ile detaylı pazarlıklar sonucu ortak noktaya gelinmiş, her istedikleri kabul edilmemişti. Aynı şeyin bu gün de yapılmaması için neden yoktur. Ama bu gün ciddi bir güven ortamı sağlayabilecek, rahatlama yaratabilecek olan IMF ile dahi kamplaşma politikası güdülüyor.

Tabii haksızlık yapmayalım. Bazı Bakanlarımız yaptıkları açılımlarla krizin aşılması için önemli adımlar atıyorlar. Yapılanların detayına girip teker teker saymak istemiyorum,  hepsinin  farkındayız, hepsini izliyoruz, çabaları için tabii ki teşekkürü borç biliriz. Ama bireysel yaklaşımlar, mevcut krize karşı önlemlerin yeterli olmadığı şeklindeki genel kanıyı ortadan kaldıramadı, bu güne kadar.

Güven verici, kavrayıcı, kesin ve toptan yaklaşımların gecikmiş olması tüm ekonomiyi etkilemeye başladı. Tüketici beklenti endeksleri baş aşağı gitmiş durumda. Reel kesime bakıyoruz, firmaların yarısında üretim hacmi, siparişler, ihracat siparişleri, hepsi azalıyor. Geleceğe de ümitle bakmıyor, KOBİ’lerimiz, reel sektör ve finans sektörü. Firmalar hem yurtiçi hem de yurtdışı siparişlerin azalacağından korkuyor. Bu nedenle üretimi, yatırımları ve istihdamı giderek artan bir tandans ile kısmak zorunda kalacakları açık. Üstelik artan maliyetler sonucu zararına satış yapmak durumunda kalacaklar. Bankalar, likit darlığı karşısında kendilerini güvence altına alacak tedbirler alma çabasında.

Hem satış miktarı, hem satış fiyatı aşağı giden firmalar nasıl ayakta kalacak? Yıllardır birlikte çalıştığımız, eğitimlerine katkıda bulunduğumuz, firmalarımızın bu günkü durumunu borçlu olduğumuz işçilerin aylıklarını karşılayamaz, muhtasarlarını ödeyemez duruma düşersek, ne yapacağız?

Bu sorular, tüm firmalar için geçerli olsa da KOBİ’ler için çok daha yakıcı. Karşı karşıya olduğumuz bu tablo hepimizi ürkütüyor.

Bu tabloyu hafifletebilmek için şimdiye kadar bir dizi öneri yapıldı. Biz de TÜRKONFED olarak önerilerimizi tüm ilgili kesimlere ilettik.

Ekonomideki sıkıntıların işaretleri çok önceden belirmişti. Biz TÜRKONFED olarak 2008 yılında, defalarca ülke ekonomisi açısından önlem alınması gerektiğini vurguladık. Bunu Urfa’da söyledik. Çorum da söyledik ve basınla konuşmalarımızda çeşitli kereler dile getirdik. Yetmedi, görüşlerimizi ilgili bakanlara yazılı ve sözlü olarak dile getirdik. Gördüğümüz sıkıntıları bir kez daha sizlerle ve kamuoyuyla paylaşalım.

Önce durum tespiti yapalım:

1.        Tüm dünya 2. Dünya Savaşından bu yana eşi görülmemiş bir ekonomik kriz ile karşı karşıya.

2.        Bu krizden tüm ülkeler gibi Türkiye de ciddi ölçüde etkilenecek.

3.        Durumun 2009’un ikinci yarısından önce düzelme emareleri göstermesi beklenmiyor.

OECD son ekonomik durum raporunda Türkiye’nin 2009 yılı büyüme hızının %1.6 olacağını açıkladı. Başka kurumlar ise eksi %3’lere varan daralma tahminleri yapıyorlar. Zaten, imalat sanayii üretimi Ağustos ayında %5.8, Eylül ayında ise %6.4 oranında gerilemişti. Böylece, üçüncü çeyrekte sanayi üretimi %2 azalmıştı. Bu durumda üçüncü ve dördüncü çeyrekte GSYİH büyüme hızının negatif çıkması hiç birimizi şaşırtmayacak.

Bu tablo karşısında ne yapılabilir? Keşke kolay ve net bir cevabı olsa.

Karşı karşıya olduğumuz iki temel konu var: 1. likidite daralması 2. talep daralması. Her ikisini de yurtiçi ve yurtdışı diye ayırmak lazım.

Döviz likiditesi ve yurtdışı talep konusunda elimizdeki imkanlar belli. Bu konuda hiç tartışmaya gerek yok. Karşı karşıya olduğumuz asıl sorun yurt içi değil, yurtdışı kaynağa erişim. Burada atabileceğimiz her türlü adım kısa sürede olumlu etkisini gösterecektir. Döviz likiditesinde FED’in swap imkanlarından ve IMF anlaşmasının getireceği kredi imkanından yararlanmamız lazım. Bir üçüncü yol da Eximbank imkanlarının artırılması. AB ve ABD Exim bankalarının kredilerinden de daha fazla yararlanmak mümkün olmalı.

Tabii yurtiçinde yapabileceklerimiz de yok değil. Ekonominin canlandırılabilmesi için yurt içinde iki politika alternatifi var: para politikası ve maliye politikası. Burada elimizin güçlü olduğunu söyleyebiliriz: 2001’den beri sürekli iyiye giden ekonomik ortamımız nedeniyle her iki politikanın da bir miktar gevşetilebilmesi için yeterli marj var. Yani yurtiçi talebi uyarabilme olanaklarına sahibiz.

Türkiye’de diğer hızlı büyüyen ülkelere göre reel faizler çok yüksek. Dolayısıyla, kriz ortamında faizleri indirme marjımız var. Enflasyon beklentileri dikkatle takip edilerek, enflasyonu körüklemeden Merkez Bankası’nın son faiz indirim kararının devamının gelebileceğini düşünüyoruz. Tabii ki faiz indirimi, sıcak para girişini yavaşlatacaktır. Bunun ilacı, doğrudan ve sıfırdan, istihdam yaratıcı yabancı yatırımı özendirecek ortamın geliştirilmesidir. Bu sayede ülkenin ihtiyacı olan dış paranın daha sıhhatli bir yöntemle gelmesi sağlanmış olur. Aksi takdirde faiz indirimi sürdürülebilir olamaz ve gelecekte  yeniden yüksek faiz politikalarına dönmek bir zaruret olabilir.

Maliye politikasında da, kamu harcamalarını artırmak ve / veya vergi gelirlerini düşürmek, piyasayı canlandırıcı bir yoldur. Bugün kamu maliyemiz neredeyse denk bütçeye sahiptir. Bütçemize bu disiplini getiren hükümete bu anlamda teşekkür borçluyuz. Ancak günümüz  kriz ortamında istihdamın çökmesini önleyecek tedbirlerinin alınabilmesi, bütçe disiplini kadar önemli bir konumdadır. Dolayısıyla bütçe açığının Maastricht kriterine uygun bir oran olan GSYİH’nın %3’ünü aşmayacak şekilde biraz açılmasının kabul edilebilir olduğu kanısındayız.

Buyurun size yaklaşık 20 milyar dolarlık bir canlandırma paketi.

Bu ek paket sayesinde Eximbank kredilerinin artırılması, yurtiçi ve yurtdışı borçlanma maliyetlerinin azaltılabilmesi için KKDF ve BSMV’nin sıfırlanması, yurtdışı ortaklardan sağlanan kredilere kurumlar vergisi stopajı, KDV ve damga vergisi istisnası getirilmesi, Merkez Bankası zorunlu karşılık oranlarının düşürülmesi, yurt içi döviz kağıtlarının geri alım ihalesi düzenlenmesi mümkün olabilir. Bu bağlamda, KDV oranlarının da aşağıya çekilmesini teklif ediyorum. Sadece 1 sene. Çünkü işsiz kalan ve kalacak kesimin alış verişini desteklemenin daha kolay bir yolu yok.

Bu önerilerin hangilerinin, nasıl bir zamanlamayla hayata geçirilmesi gerektiği, tabii ki teknik bir çalışmadır. Bu çalışmada tüm tarafların ortak akıl oluşturmak için diyalog içinde olmaları gerekir.

Tabii, “bütün yaklaşımlarda denge”, hükümetin sloganı olmalıdır. Zira yavaşlayan ekonomi  ile birlikte vergi gelirlerinin de düşeceği açıktır. Bunun üzerine bir de vergi oranlarının düşürülmesi, kamu gelirlerini iyice azaltacaktır. Tüm önerilerimizi, gerçeklerin ışığında yapmayı, dengeleri de gözlemek herkesin görevi ve ülkesine borcudur.

Özetle kamu maliyesinde gevşeme politikası ancak büyük bir incelik ve maharetle  uygulanırsa başarılı olur.

Bu konuda yetkin bir hükümetimiz, bakanlarımız ve bürokratlarımız olduğunun bilincindeyiz.

İş ki seçim gailesi, aklın, mantığın, diyaloğun önüne geçmesin.

Bu konjonktür, çoktandır beklediğimiz vergi reformunun yapılabilmesi için de önemli bir fırsat sağlıyor. Vergi reformu, sadece bugün değil gelecek için de elzemdir. Büyümenin teşvik edilmesi ve acımasız küresel rekabette başarılı olmamız bu reforma bağlıdır.

Vergi reformu, mutlaka kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına alma çabaları ile birlikte yürütülmelidir. Kayıt dışı ile savaşmadan vergi oranlarında yapılacak olan düşüş, kamu gelirlerini tehdit edebilir ve reformun getirilerini yok edebilir.

Reform ihtiyacını dile getirirken Türkiye genelinde yatırımların canlandırılmasını ve istihdamın artırılmasını sağlayacak bir teşvik sistemi üzerinde yapılan, hatta açıklanan çalışmaların hayata geçirilmemiş olduğunun da altını çizmek isterim.

Bu konuda da maalesef çok geç kalınıyor.

Genel teşvik sistemine ilave olarak, krizden olumsuz etkilenen sektörlere ve bölgelere destek olmak üzere bir program da tasarlanmalıdır. Zor durumdaki şirketlere yönelik, bu şirketlerde verimliliği artıracak ya da başka işkollarına yönlenmelerini sağlayacak dönüşümün gerçekleşmesi için, süresi, amaçları, araçları ve performans ölçütleri net olarak tanımlanmış  bir programın uygulamaya konması gerekmektedir. Ayrıca, KOBİ’lere dönük olarak, yeni ihracat pazarlarının araştırılmasına ve keşfine dönük proje harcamalarının desteklenmesi uygun olur: Bu programın yürütülmesinde en etkin kurumun KOSGEB olması gerektiği açıktır. Ancak KOSGEB maalesef proje desteği konusuna yeterince eğilmemekte, çalışmalarını daha kolay bir yol olan, ancak ülkemiz KOBİ’leri açısından yetersiz kalan ucuz krediler yönünde yoğunlaştırmaktadır.

Kamu harcamaları yoluyla ekonominin hızlandırılmasının bir yolu da kamunun yatırım harcamalarının artırılmasıdır. Özellikle ekonomide etkinlik artışı sağlayacak olan altyapı yatırımları, istihdam olanaklarını genişletecek olan eğitim, özellikle mesleki eğitimi yatırımları ve başta GAP bölgesi olmak üzere, bölgesel gelişme farklılıklarını azaltmak üzere yapılacak olan kamu yatırımları bu niteliktedir.

Yukarıda ana başlıklar olarak değindiğim bu politikalar, kredi maliyetlerinin azaltılması önerilerinin çok ötesine gidiyor. Hepsi sadece bugunü değil yarınımızı da şekillendirecek politikalar.

Tabii ki Türkiye, krize karşı ekonomik önlemleri konuşurken bugünü kurtarmak adına yarını tehlikeye atmamalı. Yani denge unsurunu yine vurguluyorum. Şu acı gerçeği kabul etmek zorundayız: tüm şirketleri, tüm sektörleri bu krizden hiç yara almadan çıkartmak mümkün değil. Buna yetecek imkan ve ekonomi politikasını dünyanın hiçbir ülkesinde bulmak  mümkün değil. Sayın Başbakan, elinde sihirli değnek olmadığını söyledi. Bizce var. Ortak akılı oluşturmak için herkesin bir miktar taviz verme halet-i ruhiyesi, elindeki sihirli  değnektir. İş ki taraflar ile diyalog ortamı teşvik edilsin, provokasyonlara kulak asılmasın, itibar edilmesin. Bu değerlendirmelerimiz her fırsat ve ortamda dillendirmeye devam edeceğiz. Üstelik derneklerimiz ve üyelerimiz ile istişare ederek krizin gelişimini yakından takip edeceğiz. Biliyorsunuz Anadolu’nun Nabzı diye tanımladığımız ve üyelerimize tek tek anket yaparak genel ekonomik durumu değerlendirebileceğimiz bir projemiz var. Türkiye KOBİ’lerin nabzını tutacak bu çalışma, zamanlama açısından da çok ilginç bir döneme denk düşüyor. Krizin etkilerini sektör ve bölge katmanlarında görebilmemize imkan verecek olan bu çalışma aynı zamanda üyelerimizle de çok yakın temas içinde olmamızı  sağlayacak. Ancak, bu çalışmanın gerçekleştirilebilmesi sizlerin konuya sahip çıkması ve anketi  çok sayıda iş insanımızın doldurması ile mümkün.

Değerli konuklar,

Üyelerimizin büyük bir çoğunluğunu oluşturan KOBİ’ler ülke ekonomisinin de belkemiğini oluşturuyor. Biz de TÜRKONFED olarak 2008 yılının temasını belirlerken ülkemizdeki KOBİ’lerin geçirmesi gereken dönüşümleri gözönüne almıştık. Bu nedenle de yıl içinde yaptığımız çalışmaların bir anlamda değerlendirmesini yapacağımız bugünkü zirvemizin üst başlığı olarak  “KOBİ’lerde Dönüşüm”’ü seçmiştik.

Gerçekten de bu yıl yoğun bir biçimde bu konu üzerine çalıştık. Bu çalışmalarımızı da yılın sonuna doğru peş peşe gerçekleştirdiğimiz üç büyük etkinlikle basın ve kamuoyu ile paylaştık. Bunlardan birincisi Ekim ayında gerçekleştirdiğimiz sempozyumdu.. Uluslararası nitelikteki bu sempozyum, hepimiz açısından ufuk açıcı oldu kanısındayım.

Ekim ayının sonuna doğru ise, uluslararası sivil toplum kuruluşu Endeavor ile birlikte düzenlediğimiz “Etkin Girişimci” seçimlerinin Türkiye sonuçlarını açıkladığımız bir toplantı düzenleyerek, dikkatleri başarılı KOBİ’ler ve başarılı olmanın uluslararası kriterlerine çektik. Bu çalışma TÜRKONFED’i ve üyelerini uluslararası platformlara daha da yakınlaştırdı, Endeavor’un ise İstanbul’dan Anadolu’ya açılmasına sebep oldu. Bu nedenle iki taraf için de gayet olumlu bir işbirliği idi.

Ve tabii bu yılın en önemli ürünü, uzun zamandır çalışmalarını yürüttüğümüz, Prof. Dr. Erol Taymaz başkanlığındaki bir grup akademisyen tarafından hazırlanan ve bugün de size dağıttığımız rapordur. Herkes KOBİ’lerin sorunlarını tartışır ve büyük resme olumsuz tarafından bakarken, KOBİ’lerde Dönüşüm: Küçük Firmaların Büyük Başarıları” raporu bizim farklı bir bakış açısıyla, olumlu noktaları öne çıkardığımız bir çalışma oldu. Bunun da çok güzel sonuçlarını gördük. Hem hepimize son derece olumlu elektrik veren örnekleri görmek moralimizi yükseltti, hem de bu başarılı KOBİ’lerin herkese yol haritası oluşturabilecek ortak noktalarını keşfettik.

Konuşmamı bitirmeden önce muhakkak değinmem gerektiğini düşündüğüm çok önemli bir konu var değerli arkadaşlarım. Türkiye’nin ekonomik altyapısı, bugün eskisine oranla çok daha iyi durumda ise, bunda IMF anlaşmasının yanı sıra, AB reformlarının büyük payı olmuştur. Fakat farkındaysanız bir müddettir reform karnemiz kırıklarla dolu. Hükümetin heves ve heyecanı adeta kalmadı.. Reform sürecine devam edilmediği takdirde 2009 yılında hiçbir başlık müzakereye açılamayacak. Yukarıda saydığım politikaları AB üyelik süreci çerçevesinde götürebilirsek, krize karşı sağlam durmuş, kriz sonrası koşullarına hazır hale gelmiş ve AB üyeliğine de bir adım daha yaklaşmış oluruz. Dolayısıyla  hiç  lafıdolandırmadan söylemek gerekirse, AB reformlarına son hızla devam.

Konuşmamı bitirirken, İzmir’den hükümete bir mesaj vermek gerektiğini düşünüyorum:

Lütfen, yerel seçimlerin yaklaşmasını bahane edip AB reformlarını ve ekonomik istikrarı gevşetmeyin.

Lütfen seçim mesajı vermek adına hiçbir kesimi töhmet altında bırakmayınız.

Lütfen, tenkitleri bir tehdit değil, bir fırsat olarak görün. Siz her tenkit edenin iyi niyetinden şüphe etmeyin.

Lütfen demokratikleşme adımlarını yavaşlatmayın. Kısa vade için uzun vadeyi heba etmeyin.

Bu geminin son 4-5 yıldır iyi giden rotasını şaşırtmayalım.

Tabii muhalefete, sendikalara, iş camiasına da çağırımız açık: Krizi hiçbir kesimin sadece kendi gözlüğü ile görme lüksü yoktur.

Kriz, hepimizin krizidir, herkes kendine düşen fedakarlığa katlanıp, sloganlardan uzak bir sorumluluk içinde ortak aklı oluşturmalıyız.

Hepimiz aynı gemideyiz. Gemimiz sağlam, ona güveniyoruz. Bu fırtınayı da atlatırız.

Paylaş: