TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in 5. Olağan Genel Kurul Açılış Konuşması

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel'in 5. Olağan Genel Kurul Açılış Konuşması

Sevgili TÜRKONFED üyeleri, Değerli dostlarım

Hepinizi selamlıyor ve genel kurulumuza hoş geldiniz diyorum.

Bir yılı daha geride bıraktık. Geçtiğimiz yıl TÜRKONFED için yine hızlı bir büyüme, farkındalık yaratma, ismini kamuoyunda duyurma yılı oldu. Özverili ve motive bir şekilde çalışan profesyonel kadromuz, danışmanlarımız ve yönetim kurulumuz ile siz değerli üyelerimiz sayesinde grafiğimiz hep yükseldi.

TÜRKONFED olarak çalışmalarımızı, gönüllü katkılarla oluşan kıt kaynaklarımızı dikkatle kullanarak yapıyoruz. Bunun yanı sıra, aktivitelerimize katılan üyelerin kendi kaynaklarını, üyelerimizi temsil etmek ve sivil toplum örgütlerimizin çağdaş demokratik yapıya kavuşmalarına katkıda bulunmak için cömertçe kullandıklarının da altını çizmeliyim. Tüm katkı koyanlara teşekkürlerimi sunarak konuşmama başlamak istiyorum.

Son zamanların gündemi hepimizce malum: Ekonomik kriz. Bu konu tüm dünyanın gündeminde bir numara. Oysa Türkiye’de ekonomik krizin yeri belediye seçimlerinden sonra geliyor gibi görünüyor. İnşallah bu seçimler de gelip geçecek ve iktidar ekonomiye tekrar gereken önemi verecek.

Maalesef kriz, seçim sonuçlarını beklemiyor ve kendi dinamiği ile ilerliyor. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’nın %10 ve üstünde daralması, iktisat literatüründe kriz değil, bunalım olarak adlandırılıyor. Şimdi tüm dünyanın yanıt aradığı soru “acaba karşı karşıya olduğumuz bu kriz giderek 1929 büyük bunalımına benzer mi?” sorusu. 1929 Büyük Bunalımı, ABD ekonomisinin 1929–1933 arasında %25 daralmasına yol açmıştı. Gelecek günlerin ne getireceği ve ülkemizin yeniden büyüme sürecine ne zaman gireceği hepimizin merak ettiği ama yanıt bulamadığı sorular. İşin gerçeği şu ki, bu soruların cevabını sadece Türkiye içinde bulmak mümkün değil. Kriz ile ülke içindeki mücadelemizin sonuçlarıyla birlikte gelişmiş ekonomilerin performansı da krizin etkilerini ve süresini belirleyecek. Bu kriz bizlere globalleşmenin gerçek anlamını ve tüm ülkelerin aynı gemide olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

Türkiye’nin durumuna gelince: Büyüme hızın, ihracat, üretim ve istihdam hızla gerilemekte. Son açıklanan sanayi üretimi ve kapasite kullanım oranları endişe verici. Bu göstergeler, krizden en çok etkilenen ülkelerden biri olmasak da hızla küçüldüğümüze işaret ediyor. Ekonomik krizin en vurucu etkisini istihdam rakamlarında görüyoruz. Bugün, her dört gençten biri işsiz. Büyümenin 2009’un ilk iki çeyreğinde de negatif olacağı kesin. Bilemediğimiz konu, bu kötü gidişatın ne zaman tersine döneceği, toparlanma sürecinin ne zaman başlayacağı. Bu sorunun yanıtı, yurtdışı piyasalardaki gelişmelerle birlikte, hükümetin alacağı önlemlere ve güven ortamını tesis etmesine bağlı.

Ekonomi politikasında izlenecek yol ve alınan ve alınacak önlemlere gelince. Hükümet bu güne kadar bir takım önlemler açıkladı. Düne kadar açıklanan önlemlerin yeterli olmadığı aşikardı. Dünkü önlemlerinse yerinde olduğunu söyleyebilirsek de keşke daha önce, kriz bu denli derinleşmeden alınabilseydi demekten kendimizi alamıyoruz. Yine de iş dünyası olarak alınmasında fayda gördüğümüz bazı önlemler hala alınmış değil. Örneğin, özellikle vurguladığımız, kredi sıkıntısına giren KOBİ’lere destek olabilecek kredi garanti fonu konusunda hiç bir ilerleme kaydedilmemiştir. Bu kriz sıkıntılarını yaşayan iş camiası ayrıca, demokrasimizde geçmişten kalan bir kötü alışkanlığın tekrarı ile karşı karşıya kalmıştır. İktidar gücünün sivil toplumun muhalefetini kırmak için kullanılması, hatta işadamları üzerinde siyasi baskı kurulmaya çalışılması, ülkemizde yıllardan beri görülen bir demokrasi hastalığıdır. Sokaktaki adam bu hastalıktan hep çekinegelmiştir, demokrasi fakiri ülkemizde. Bu hastalıktan bu hükümetin de kurtulamamış olduğunun göstergeleri, ilk dönemlerindeki başarılarını alkışladığımız hükümetimiz açısından düşündürücüdür.

Bu negatif görüntüye siyasilerimizin seçim meydanlarındaki sert ve tasvip etmediğimiz üslubunun da eklenmesi güven bunalımını derinleştirmiştir.

Sayın Başbakanınsa seçim söylevlerine bakıldığında ya krizi açıkça hafife aldığı, ya da seçim öncesi gerçekleri ifade etmekten çekindiği sonuçlarından birine varmamız gerekiyor. İşte, iş dünyasının IMF anlaşması vurgusunun da ardında bu endişe yatıyor.

Evet, IMF ile sıkı pazarlık edilmesinin gereği açıktır. İş dünyası bunun önemini tabii ki bilir ve ülke menfaatini koruyan bir anlaşma çabalarını takdir eder. Ama bütçe disiplininin sağlanmasının, ülkeye güven ortamının gelmesinin yolu da üzülerek söylüyoruz ki IMF ile yapılacak anlaşma gibi görünmektedir. Keşke ülkemizi yönetenler yeterli güven ortamını IMF’ye gerek kalmadan sağlayabilselerdi.

IMF anlaşması, 2009 için gerçekçi rakamların ortaya çıkmasına imkan verecek, seçim ve  diğer siyasi gailelerden uzak bir fotoğrafı önümüze koyacaktır. Bakınız, dün IMF “anlaşma hazır” mesajını verdi, dolar 1,70 seviyelerine geriledi. Bu durum, IMF ile anlaşmanın getireceği güven ortamının göstergesi sayılmaz mı? Kaldı ki IMF anlaşması,  artık güvenilmesi ve ulaşılması güç olan uluslararası kredi kaynakları karşısında, dış finansman açığı olan Türkiye için ciddi bir kaynak da oluşturacaktır.

Hükümetin üzerine düşen, krizin daha iyi yönetilmesi olduğu kadar, kriz yönetiminde iş dünyası ile istişare mekanizmalarının da daha iyi işletilmesi ve iletişimin güçlendirilmesidir. Yanlış iletişim, doğru politikaların yanlış sonuç vermesine yol açar. Bu konuda Sayın Nazım Ekren’in çabalarını takdirle karşılıyor, kendisine destek olmak için çağırıldığımız her toplantısına katılıyor, f1ikirlerimizi paylaşıyoruz.

Tabii kriz ortamında hükümetin üzerine düşen görevler olduğu kadar, iş dünyasının da üzerine düşen ciddi sorumluluklar olduğu açık: Öyle görünüyor ki, dünya ekonomisinin kriz öncesi seviyelere dönmesi 4–5 seneden önce gerçekleşmeyecek. Bu koşullar altında finansman bulmak ve ihracat yapmak için ülkeler arasında kıyasıya bir yarış olacak. Bu koşullara ayak uydurmak için sadece hükümetin alacağı önlemlerin yeterli olacağını düşünenlerin, bizi bekleyen rekabette hiç şanslarının olmadığını üzülerek söylemek zorundayım. Hepiniz biliyorsunuz, kriz dönemleri “yaratıcı yıkım” olarak bilinen dönemlerdir. Verimliliğin kovalandığı, bünyenin güçlendirildiği, yeni yetkinliklerin ortaya çıktığı dönemlerdir. Krizlerin sadece yıkım getirmemesi, aynı zamanda yeni fırsatlara da yol açması, önce hükümetin uygulayacağı doğru politikalara, sonra da özel sektörün kendini yenileme, uyum sağlama kapasitesine bağlı olacaktır.

Şimdi, hepimizin, bir kez daha kendi içimize bakma zamanı. Verimsizlikleri doğru tespit etmek, riskleri doğru tanımlamak, kapasitelerimizi doğru değerlendirmek, rekabet üstünlüklerimizi doğru saptamak zorundayız. Yeni pazarlar, yeni ürünler yaratmak, katma değeri yüksek üretim yapmak, ülkemizin bize sunduğu imkanları daha iyi tanıyıp ilerlemek. Kriz koşullarındaki yavaşlama sürecinde aynaya bakma fırsatını değerlendirmeliyiz Daha çok çalışmalı, iş yerlerimizde reorganizasyonu başarmalıyız. Bunu yapabilen şirketlerin, kriz sonrasında ciddi bir rekabet avantajı yakalamaları mümkün olacak.

Değerli arkadaşlarım,

Biliyorsunuz TÜRKONFED olarak her yıl kendimize bir tema seçip çalışmalarımızı bu doğrultuda yönlendiriyoruz. Geçtiğimiz yıl temamız ‘KOBİ’lerde dönüşüm’ idi. Birazdan size yıl içinde yaptıklarımızı kısaca özetleyeceğim. 2008 yılı başlarında, KOBİ’lerle ilgili nasıl bir çalışma yapmamız gerektiğini düşünürken, konuya herkesten farklı yaklaşmaya karar verdik. Birçok kurum ve kuruluş KOBİ’lerin sorunlarını anlatan çeşitli çalışmalar yapmaktaydı. Oysa bizler sorunların ne olduğunu herkesten daha iyi biliyoruz çünkü gün be gün yaşıyoruz. Bu nedenle işe tersten bakmaya karar verdik ve dedik ki başarılı KOBİ’leri bulalım ve onların neden başarılı olduklarını anlayıp başkalarına nasıl örnek olabileceklerine bir bakalım.

Başlığını “KOBİ’lerde Dönüşüm” olarak belirlediğimiz temamızla ilgili olarak iki farklı çalışma gerçekleştirdik 2008 yılında. Birincisinde üyelerimiz tarafından yapılan başvurular arasından 24 başarılı KOBİ belirledik. ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Taymaz koordinatörlüğünde hızla büyümüş, istihdam yaratmış, yenilikçi ve rekabet üstünlüğü olan KOBİ’lerin başarı metotlarını, karşılaştıkları zorlukları araştırdık. Başarının kesişen noktalarını, ortak sorunları ve çözüm önerilerimizi “KOBİ’lerde Dönüşüm: Küçük Firmaların Büyük Başarıları” raporunda 12. Girişim ve İş Dünyası Zirvesi’nde açıkladık.

İkinci çalışmada ise, uluslararası Endeavor Derneği ile işbirliği yaptık. Bu yolla üyelerimizi uluslararası platformda imkanlar sağlayan bir kurumla buluşturduk. Üyelerimiz, Endeavor Etkin Girişimcisi seçilebilmek için başvuruda bulundu. Endeavor Derneği’nin değerlendirmeleri sonucu, ikisi İzmir’den, biri Antalya’dan, biri de Silivri’den olmak üzere dört üyemiz, Endeavor Uluslararası Seçim Paneli’ne katılmaya hak kazandılar. Ve bu üyelerimizden biri, Ege SİAD üyesi Şebnem Karasu, geçen hafta Hindistan’da düzenlenen uluslararası jüride de beklenen başarıyı göstererek Endeavor Girişimcisi ünvanını aldı. Şebnem Hanım ayrıca Endeavor Türkiye’nin uluslar arası paneli geçen ilk kadın girişimcisi. Şebnem Hanım bugün aramızda. Kendilerini gönülden tebrik ediyor, başarısının tüm üyelerimize örnek olmasını, tüm üyelerimizin bu atılımı gerçekleştirebilmelerini diliyorum.

Yeri gelmişken, Endeavor Derneği ile olan işbirliğimizin bu yıl da devam edeceğini hatırlatmak isterim.

Devam etmekte olan bir başka projemiz ise Bölgesel İnovasyon Merkezleri. BASİFED geçtiğimiz günlerde elektronik ve bilişim üzerine kurduğu ilk merkez için TÜBİTAK’a başvurdu. BASİFED’in bu başvurusu bu merkezler için bir ‘ilk’ olma niteliğini taşıyor. Kendilerine başarılar diliyoruz.

Şimdi kısaca TÜRKONFED olarak bu yıl gerçekleştirmeyi planladığımız ve şu anda ön çalışmalarını yürüttüğümüz projeye yönelik bazı bilgiler vermek istiyorum. KOBİ’lerimizin modern yönetim yapısına, finansal piyasalardan uygun koşullarda yararlanabilmeye, proje yapma becerisini elde etmeye, yurtdışı piyasalara açılmaya, ortaklık kurma olanaklarına ulaşabilmeye ihtiyaçları var. Bunun yanısıra, inovasyon ve Ar-Ge becerisi olan şirketlerin bu faaliyetleri için adından çok bahsedilmesine rağmen kendisi Kaf dağının arkasında olan TÜBİTAK, KOSGEB ve TTGV desteklerini alabilmeleri gerekiyor. Ayrıca KOBİ’lerin girişim sermayesine ulaşmalarının yollarının da üyelerimize gösterilmesi lazım. Projemiz ile tüm bu konularda üyelerimizin eğitimine katkı koyabilmeyi hedefledik. Projemizin adı “KOBİ’lerde Finansmana Erişim Sorunları ve Çözüm Önerileri”.

Tabii tüm bu çalışmalarımızın başarıya ulaşması, üyelerimizin ilgisi ve bizim onlara ulaşabilme becerimizle olabilir. Takdir edersiniz ki, 10.000 üyeye doğrudan ulaşmak ve düşüncelerimizi anlatmak, kabul ettirmek zor. Konfederasyon ve üyeler arasında kurulacak sağlıklı bir iletişim mekanizması, üyelere sağladığımız faydayı artıracaktır. Burada yönetim kurulu üyelerimize, federasyon başkanlarımıza ve sizlere büyük görev düşüyor. Desteklerinizi bekliyoruz.

Sevgili arkadaşlarım,

Değerli TÜRKONFED üyeleri,

Geriye dönüp 2008 yılını değerlendirdiğimde bir şeyi net olarak görüyorum. Bugüne kadar başarılı bir başlangıç yapmış bir sivil toplum örgütüydük. Ancak 2008 yılıyla birlikte rüştünü ispatlamış bir kurum olduk. Bu yükselişi, hakkımızda çıkan haberlerin sayısında açıkça görebiliyoruz. 2005 yılında TÜRKONFED sadece 37 kez medyada yer bulurken, bu sayı katlanarak arttı ve 2008’de 458’e ulaştı. Artık sözlerimiz daha etkili… Mesajlarımız yerini daha çok buluyor ve her gün daha da artan bir biçimde görüşleri sorulan, fikrine başvurulan  bir kurum olarak değerlendiriliyoruz.

TÜRKONFED olarak beşinci yılımızı doldurduğumuz ve dolayısıyla bir sivil toplum  kuruluşu olarak rüştümüzü ispat ettiğimiz bu yıl, kamuoyu iletişimimizde bir ileri aşamaya geçmemiz gerektiği çok açıktı. Yönetim Kurulumuz da, iş dünyasının sesi olma misyonundan hareketle, üyeler ile daha yakın temasta bulunma, siyasi ve ekonomik gündemde yaşanan gelişmeler ile ilgili daha aktif çalışma ve görüş bildirme kararı aldı. Girişte sizlere dağıtılan gazete işte bu kararın bir ürünü. Adı Rekabet Dünyası. Şimdilik sadece bir maket. Yani son hali değil. Bu gazeteyi TÜSİAD’dan çok iyi tanıdığımız ve SİAD platformu kurulduğundan beri, 11 yılı aşkın süredir işbirliğini ve dostluğunu bizden esirgemeyen Haluk Tükel’in öncülüğünde hayata geçireceğiz. Ve çok önemli de bir iş ortağımız var. Milliyet Gazetesi. Gazetemiz, Milliyet’in eki olarak dağıtılacak ve böylece çok önemli bir tiraja ve dağıtım  ağına sahip olacak. Ancak Rekabet Dünyası’nın sahibi bizleriz. Ve bizler bu gazeteyi yaparken de hiç kuşkusuz hepinizin maddi ve manevi desteğine ihtiyacımız olacak. Küçük bir hatırlatmayı şimdiden yapmama izin verin. Bu gazetede çıkacak reklamların bedeli, normalde Milliyet gazetesine vereceğiniz reklam bedelinin yarısı kadar. Tabii faturalı olduğu için vergiden de düşüyorsunuz. Ümit ediyoruz ki yakın tarihte bu gazeteyi aylık olarak çıkarabiliriz. Ama şimdilik üç aylık periodlar halinde başlamayı düşünüyoruz.

Sevgili dostlarım,

Son olarak sizlere her geçen gün daha da önem kazanmaya başlayan yurtdışı temaslarımızdan bahsetmek istiyorum. Biz TÜRKONFED olarak ilk yıllarda enerjimizi yurtiçine yönelik temaslara yönlendirdik. Ancak bugün geldiğimiz noktada artık bazı yurtdışı açılımları da başlatmış durumdayız. Bu çabanın iki temel hedefi var. İlki üyelerimizin dış piyasalara ulaşmalarını desteklemek, diğeri batıda KOBİ’lerin hangi yöntemlerle, ne boyutta desteklendiğini, kalkınma ajanslarının işlevlerini detaylarıyla öğrenip kamuoyumuza, siyasilerimiz ve bürokratlarımıza anlatmak.

Geçtiğimiz hafta İspanya’ya ilk kapsamlı iş geliştirme ziyaretimizi yaptık. Madrid ve Valencia’da Karadeniz ve Hazar Denizi Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonları Uluslararası Birliği (UBCCE) ve TÜSİAD International ile birlikte birtakım toplantılara ve seminerlere katıldık. Valencia Özerk Bölgesi Sanayi ve İşverenleri Konfederasyonu ile TÜRKONFED bir işbirliği protokolü imzaladı. Bu iş geliştirme gezisi, Mart ayı başında UBCCE ile imzalanan işbirliği protokolü çerçevesinde gerçekleşti. Yine aynı protokol bağlamında, 2009 yılında Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Arnavutluk, Karadağ, Makedonya bölgelerine de gitmeyi hedefliyoruz. Bu ziyaretler sırasında, ülkelerde düzenlenen fuarlara katılmak da bir diğer hedefimiz…

Bir başka yurt dışı çabamızın yönü, Almanya. TÜRKONFED, KOSGEB, İÇASİFED ve Alman Baden-Württemberg Sanayiciler Derneği (LVI) arasında imzalanan işbirliği protokolü çerçevesinde, TÜRKONFED Yönetim Kurulu Üyelerinden oluşan bir heyet 2009 yılının 1 Nisan’da Almanya’ya giderek LVI’ı ziyaret edecek. Gaye, belirlenecek sektörler çerçevesinde iki ülke arasındaki yatırım ve ticaret hacmini artırmaya yönelik çalışmaları başlatmak. Bu ilişkiyi başlatan İÇASİFED’e ve değerli başkanı Mehmet Akyürek nezdinde üyelerine de teşekkürlerimi sunarım.

TÜRKONFED’in Avrupa’daki muadil örgütleri ile temaslarımız arttıkça, sivil örgütlenmenin temsil gücü meselesinde ne kadar haklı olduğumuzu da görüyoruz. Özellikle İspanya örneğinden bahsetmek isterim. İspanya’da üyeliği kanunen mecburi odaların yükümlülüğü, üyelerine hizmet götürmek. İş dünyasını temsil görevi ise sadece gönüllü üyelik esasıyla çalışan bağımsız bir konfederasyon olan CEOE’ye ait ve bu konfederasyonun bir milyon iki yüz bin üyesi var. Türkiye’deki iş dünyası örgütlerinde de böyle bir iş bölümü şarttır. Üyelerini kanun gücüyle edinen, bu yolla gelir elde eden kurumların asli görevi, aynı bir  kamu kurumu mantığı ile, üyelerine hizmet götürmektir. Temsil ise, katılımcılık ve  çok seslilik prensiplerine bağlı, tek çatı altında toplanmış bağımsız ve gönüllü iş insanları örgütlerinin görevi haline gelmelidir. İş dünyasının tüm örgütlerinin hedefi, iş camiamızın da AB standartlarında, gönüllü, aynı zamanda ideolojik bağlantısı olmayan tek bir çatı örgütü tarafından temsil edilmesinin yolunun açılması olmalıdır.

Dünyada sivil toplumun sesinin dinlenmediği bir çağdaş demokrasi örneği bulamazsınız. Gelişmiş demokrasilerde sivil toplum ile iletişim, seçim dönemiyle sınırlı değildir. Aynı şekilde, çağdaş demokrasilerde siyaset, iş dünyasının tüm sivil toplum kuruluşlarına eşit uzaklıktadır. Atatürk, camiye ve kışlaya siyaset girmemeli prensibinden hareket ederek cumhuriyetimizi kurmuştu. Bu gün buna bir ilave gerekiyor: camiye, kışlaya ve iş dünyasına siyaset girmemelidir. Bu cümlenin tamamlayıcı cümlesi de şudur: Cami, kışla ve iş dünyasından birine siyaset girerse, diğerlerine de girmesi kaçınılmaz olur.

Değerli TÜRKONFEDliler

Bu yılki genel kurulumuzu ekonomik krizin ortasında, yerel seçimlerin arifesinde yapıyoruz. Ülkemiz birçok alanda sorunlarla boğuşuyor ve toplumsal olarak son derece ciddi kamplaşmalar yaşıyoruz. Bu ortamda bizim gibi bağımsız ve gönüllü sivil toplum kuruluşlarına her zamankinden daha çok sorumluluk düşmektedir. Olayları tarafsız gözlükle görebilmek, tenkitleri doğru yer ve zamanda yapmak, istikrara katkıda bulunmak  sorumluluğu, bizimdir. Ekonomik olarak ülkeyi yarınlara taşıyacak olanlarsa hiç kuşkunuz iş camiasıdır, yani sizlersiniz. Sizlerin örgütü olarak biz de ekonomik ve toplumsal alanlarda üstümüze düşenleri layıkıyla yapabilmek için var gücümüzle çalışıyoruz. Bunun için maddi  ve manevi desteğinize her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Birlikteliğimiz sadece  bizim için değil ülkemiz için de önemli bir değer oluşturuyor. Bunun bilincinde olmalıyız.

Sözlerime son verirken, demokrasi gereği bayrağı yeni yönetim kurulu üyelerine teslim eden, bu dönem TÜRKONFED’e destek vermiş olan geçen dönem yönetim kurulu üyelerime teşekkür etmek istiyorum. Bayrağı teslim alan yeni yönetim kurulu üyelerimize de bu önemli görevde başarılar diliyorum. İşimiz çok, haberiniz olsun. Katılımınız için, bağımsız ve  gönüllü kuruluşunuz TÜRKONFED’in önemini hissettiğiniz, bizi desteklediğiniz için de hepinize şükranlarımı ve saygılarımı sunuyorum.

Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Paylaş: