Bölgesel Kalkınma ve İş Dünyasının Rolü Toplantısı Açılış Konuşması

Bölgesel Kalkınma ve İş Dünyasının Rolü Toplantısı Açılış Konuşması

Sayın Bakanım, Sayın Başkanlar,

Değerli konuklar, basın mensupları ve çok sevgili TÜRKONFED’li arkadaşlarım

 

5 yıllık uzunca bir aradan sonra yine Elazığ’dayız. 2005 yılındaki ziyaretimiz, TÜRKONFED’in Başkanlar Konseyi toplantısı içindi. Bu gün ise yepyeni bir toplantı dizisi olan Bölgesel Kalkınma ve İş Dünyasının Rolü Toplantılarının üçüncüsü için buradayız.

 

Hatırlayacağınız gibi bu toplantıların başlatılması kararını 2010 yılınının ilk Başkanlar Konseyi için Bandırma’da toplandığımızda almıştık. Amacımız, ülke sathına yayılmış olan TÜRKONFED federasyonlarımızı ve derneklerimizi daha da güçlendirmek, aynı zamanda bölgesel farklılıkların ortadan kaldırılmasında önemli rol oynayacak olan Kalkınma Ajansları’nın çalışmalarına TÜRKONFED olarak nasıl katkıda bulunabileceğimizi irdelemek.

 

Bu kararımızı Gaziantep ve Trabzon’da gerçekleştirdiğimiz  toplantılarda  uygulamaya başladık ve işte bugün de Elazığ’dayız. Bu gün öğleden sonra yapacağımız Tunceli ziyareti de aynı projenin bir parçası. Bu bağlamda ELSİAD Başkanı Veysel Solmaz’a, bize bu güzel mekanı tahsis eden Elazığ İşkadınları Derneği Başkanımız Prof. Dr. Yasemin Açık’a, Tunceli Girişimci İş Kadınları Derneği Başkanı Fidan Aydın’a ve DOGÜNSİFED Başkanı Tarkan Kadooğlu şahsında, bu toplantının organize edilmesinde emeği geçen tüm arkadaşlarıma, teşekkür ediyorum.

 

Değerli arkadaşlarım,

 

Zaman zaman hepimizi huzursuz kılacak kadar gerginleşen bir referandum dönemini geride bıraktık. Bu süreçte gerek basında gerek kendi aramızda en çok duyduğumuz sözlerden biri ‘kamplaşma” ydı. Gerçekten bu referandumun kampanya sürecinde tarafların giderek keskinleşen üslupları, “ülke fikren ikiye, üçe bölündü” duygusunu ve hatta korkusunu gündeme getirdi.

 

Bazı Anayasa maddelerinin paket olarak oylanması olarak başlayan kampanya dönemi tarafların hatalı propaganda yöntemleri ile adeta güven oylamasına dönüştürüldü. Üslup giderek sertleşti ve diğerini dışlayan bir görüntü hakim oldu.

 

Bu tablonun sonucunda yakın arkadaşlar, hatta aile fertleri bile siyasi konuları kavga etmeden, birbirini kırmadan konuşamaz hale geldiler.

 

Öyle ki bu gürültü patırtı içinde dünyada en üst sıralarda gerçekleşen büyüme hızımızın ve herşeye rağmen bir miktar azalmış olan işsizlik oranımızın bile keyfini süremedik.

 

Şimdi önümüzde gerçek bir seçim süreci var. Diğer bir deyişle aynı çekişmeleri baştan ve bu sefer daha da keskin biçimde yaşama tehlikesi mevcut. Her düşünceden insanı, iş hayatının sıkıntılarını azaltmak iddiasıyla, özellikle KOBİ’lerin başarılı olabilmeleri, ülke gelişmesine katkıda bulunabilmeleri adına bir çatı altında toplayan TÜRKONFED’imizin üyeleri ile siyasi konuları konuşurken, herkeste bir tedirginlik gördüğümü ifade etmek isterim. Üyelerimiz tarihten ders almamış üslup ve yaklaşımlarla konuşan, oy gailesi ile popülizm yaparak  toplumu bölünme noktasına çeken siyasi liderlerimize bakıyor, ve doğal olarak ümitsizliğe kapılıyorlar, endişe ediyorlar, tedirgin oluyorlar.

 

Oysa bugünün karmaşık dünya ahvalinde, özellikle bizim gibi imparatorluktan devralınmış olan heterojen yapıda, bir ülkede fikir ayrılıkları yaşamak normal değil mi? Herkesin aynı

 

fikirde olduğu, ya da öyleymiş gibi göründüğü bir ülkede, demokrasiden bahsedilebilir mi? Dolayısıyla iki, üç farklı siyasi görüş etrafında kümelenmenin garipsenmesi yanlış değil mi?

Örneğin Amerika’da bu hep böyle olmamış mı? Neden çekiniyor arkadaşlarım? Tartışmak, doğruyu bulmanın en iyi yolu değil mi?

 

Ama biraz derine inince, içimizdeki tedirginliğin nedenini görmek zor olmuyor.

 

Korkutucu olan, toplum olarak her konuyu siyah ve beyaz olarak nitelemeye, grinin tonlarını unutmaya zorlanmamızdır. Grupların, diğerlerinin düşüncelerinin derinliklerine inmemeleri, onların da haklı olabileceği noktalar olduğunu görmezden gelmeleridir. Korkutucu olan, düşünce hürriyetinin çağdaş olmanın gereği olduğu tamamen göz ardı edilerek fikirlerini açıklayanların çeşitli sıfatlarla aşağılanması, sindirilmeye, ürkütülmeye çalışılmasıdır.

 

Korkutucu olan, katılımcı demokrasinin ana unsurlarından olan sivil toplum kuruluşlarının da “siyah mı, beyaz mı” kavgasına çekilmeye çalışılmasıdır. Ülke bütünlüğünü en üst seviyede koruması gereken siyasilerimizin bu çekişmede başrolü oynamalarıdır. Voltaire’in “Fikirlerinize hiç katılmıyorum, ama onları her yerde söyleyebilmeniz için canımı feda edebilirim” sözü, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen hala anlaşılabilmiş, anlayışla karşılanabilmiş değildir, ülkemizde.

 

İfade özgürlüğü, fikir beyan etme ya da etmeme özgürlüğü, gerçek demokrasilerin en temel değerleri arasında yer alır. Demokrasilerde fikir beyan etmenin örgütlü yolu da sivil toplum kuruluşları aracılığı ile olur. Türkiye’nin en geniş tabana yayılmış olan gönüllü, bağımsız ve tarafsız STK’sının başkanı olarak. bugünkü konuşmamda sivil toplum kuruluşlarının ne iş yaptığı, gönüllülük, nedir, bağımsızlık nedir, tarafsızlık nedir konularına değinmek istiyorum. Bu kavramların demokrasilerde vazgeçilmez önemini vurgulamak istiyorum.

 

Sivil toplum kuruluşları, sivil toplumdaki belli ilgi gruplarını temsil etmek üzere organize olmuş kurumlar olarak tanımlanır. STK'ların demokrasi kurmadaki güncel rolleri

·        yurttaşlar arasında demokratik değerlerin savunulması,

·        parlamentoda hiç ya da yeterince temsil edilmeyen grupların seslerini duyurabilmeleri, seçimden seçime icrayı teslim ettiğimiz yasama, yürütme ve yargı organlarının sürekli olarak gayrı resmi bir düzende denetlenmesi,

·        rahatsızlık veren konuların dile getirilmesi,

·        bu organların topluma kulak vermesinin sağlanması,

·        böylece katılımcı demokrasinin gerçekleşmesi ve

·        ekonomi, çağdaşlaşma, ilerleme,

özetle her açıdan toplumun ihtiyacı olan değişime katkıda bulunulması olarak özetlenebilir.

 

Baskı unsuru olmak, eleştiriler ve öneriler getirmek, sivil toplum kuruluşlarının varoluş nedenidir.

 

Hızla ilerleyen iletişim teknolojisi, katılımcı demokrasinin gelişmesine imkan tanımaktadır. Artık herkes düşüncesini çağdaş iletişim yöntemleri ile duyurabilmektedir. Ancak paylaşılan fikirler, öneriler ve eleştiriler bireysel olarak açıklandığı zaman, “her kafadan bir ses çıkıyor” izlenimi yaratır. Gönüllü ve bağımsız sivil toplum örgütlerinin önemi burada ortaya çıkar. Onların sesleri, bireylerin tekil söylediklerinden daha gür çıkar, basında yer alır, yönetenlerin, toplumun, bürokratların dikkati daha kolay çekilir. Katılımcı demokrasi de böylece yeşerir, büyür, başarılı olur.

 

Dünyanın her yerinde kendilerini STK olarak adlandıran kuruluşlar mevcuttur. Gönüllü olanlar, mecburi olanlar, gönüllü ve bağımsız olanlar, gönüllü ve bağımlı olanlar, bunlar arasında belli ideolojiyi destekleyenler, ya da tarafsız olanlar… Demokrasilerde hepsinin az  ya da çok yeri vardır. Batı örnekleri, bu kadar çeşitli STK’nın batıda pekala yaşadığını, demokrasiye katkıda bulunduğunu göstermektedir. Tabii küçük bir ayrıntıyı ifade etmeden geçmek istemiyorum: Gelişmiş demokrasilerde baş üstünde tutulan STK’lar, TÜRKONFED benzeri bağımsız ve gönüllü olanlardır.

 

Bağımsızlık konusu bir STK’nın ayırıcı özelliklerinden biridir. STK olarak gerçekten bağımsız olduğunuz, yani devletten ve iktidarlardan, bir ideolojiden bağımsız olarak davrabildiğiniz oranda baskılara karşı koyabilirsiniz. Düşüncelerinizi tarafsızca açıklayabilirsiniz. Ve yine bu oranda, temsil ettiğiniz grubun ilgi alanlarını, çıkarlarını savunarak etkili olabilirsiniz.

 

Öte yandan gönüllülük ve bağımsızlık felsefesini ön plana koyan STK’ların oyun alanlarını daraltan, onları ikinci plana iten, onların demokrasilerde oynadıkları rolün önemini anlamayan bir ülke, sonunda işaretle yönetilmeye mahkum olacak demektir. Hele ülkede bazı STK’ların iktidar tarafından diğerlerine nazaran maddi, manevi daha fazla destekleniyor görüntüsü, hatta dedikodusu, ülkede eşitlik duygusunu zedeleyeceği, sıkıntılara neden olacağı açıktır. Bu durum, iktidar ve muhalefet arasında, STK tercihlerine neden olur. “Benden yana  olan, senden yana olan” tartışmasını getirir. STK’lar siyasallaşır, yukarıda saydığım demokrasiyi destekleyen görevlerini yapamaz hale gelirler. Bu hassas konunun ülkeyi yönetenlerce, demokrasiye önem veren tüm kesimlerce çok iyi düşünülmesi gerekir

 

Biz TÜRKONFED olarak her zaman gönüllü ve bağımsız bir STK olduğumuzun  altını çizdik, çağdaşlık, çevreye, insan haklarına saygı ve laiklik dışında tarafsızlığımızla gurur duyduk. Bu duruşumuz on bini aşkın üyesi olan kuruluşumuzu sadece güçlü değil, özgür de kılıyor. Bizi gönülden destekleyen siz üyelerimize teşekkürü borç biliyorum.

 

Değerli konuklar, Sevgili arkadaşlarım,

 

Bu konuları her zaman konuşmaya devam edeceğiz ister istemez. Demokratikleşmenin yaygınlaşması, bunları yeniden ve yeniden konuşmaktan ve içselleştirmekten geçiyor. 7-8 Ekim’de Bodrum’da düzenleyeceğimiz Başkanlar Konseyi toplantısında da yine benzer konuları konuşacağız.

 

Ancak bugün TÜRKOFED olarak bizim neredeyse bir numaralı konumuz olarak ilan ettiğimiz Kalkınma Ajansları için buradayız. Kalkınma Ajansları’nın devletle olan ilişkisi de STK’larla ilgili olarak konuştuğumuz konulara çok benziyor. Burada Kalkınma Ajanslarını, sorunlarını ve bu sorunların nasıl giderileceğini konuşacağız.

 

Konuşmacı olarak aramızda olan ESİAD Genel Sekreteri ve Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Yaşar Tınar’a, DPT Bölgesel Rekabet Edilebilirlik Daire Başkanı Serkan Valandova’ya, Fırat Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Fethi Altunyuva’ya ve Akbank Şirket Bankacılığı Bölüm Başkanı Turan Bulut’a huzurlarınızda teşekkür etmek isterim.

 

Toplantımızın hepimiz için yararlı olmasını diler, saygılarımı sunarım.

Paylaş: