15. GİRİŞİM ve İŞ DÜNYASI ZİRVESİ AÇILIŞ KONUŞMASI

15. GİRİŞİM ve İŞ DÜNYASI ZİRVESİ AÇILIŞ KONUŞMASI

Sayın Valim,

Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı

Federasyon ve derneklerimizin değerli Başkan ve Üyeleri Sayın konuklar, Değerli basın mensupları,

 

15.  Türk Girişim ve İş Dünyası Zirvesi’ne hepiniz hoş geldiniz.

 

Bu zirvenin gerçekleşmesi için ev sahibimiz Mersin Sanayicileri ve İşadamları Derneği MESİAD yoğun bir emek harcadı. Bizleri büyük bir misafirperverlikle karşıladı. Kendilerine Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Ali Doğan nezdinde içten teşekkürlerimizi sunmak isterim. DASİFED Başkanı Süleyman Onatça’ya da desteklerinden dolayı şükranlarımı sunarım.

 

Bildiğiniz gibi, 26 dal ile dünyada en fazla branşın bir arada olduğu spor organizasyonu  olarak öne çıkan Akdeniz Oyunları, 2013 yılında Mersin’de düzenlenecek. Akdeniz Oyunları, başta spor faaliyetleri olmak üzere turizm, ekonomi, kültürlerarası diyalogun gelişimi ve yatırımcıların ilgisini çekmek açısından bölge için son derece önemlidir. Diliyoruz ki,  Akdeniz Oyunları, Mersin ve bölgesinin hak ettiği yatırımlara kavuşması ve işsizlik sorununa çözüm bulması için, iyi bir tanıtım vesilesi olur. 2013 Mersin Akdeniz Oyunları’nın Mersin’e ve ülkemize hayırlı olmasını diler, organizasyonun Mersine alınmasında tüm emeği geçenlere teşekkürlerimi sunarım.

 

 

Değerli Konuklar,

 

Son derece çalkantılı bir yılı geride bırakmaya hazırlanıyoruz. Dünyamız Siyaset ve ekonomide önemli gelişmelere sahne oldu. Arap Baharı, “Wall Street’i İşgal Et” eylemleri ve Avrupa’da yaşanan sokak gösterileri ile 2011 yılının başkaldırının yılı olduğunu söylemek abartılı bir tespit olmayacaktır.

 

Yaşanan tüm bu olayların itici gücü, insanların yaşam standartları ve kendi  yaşamları üzerinde ne kadar söz hakları olduğu sorgulamasıydı. Bu itici güç Mısır, Libya ve Tunus’ta, liderlerin devrilmesine ve sistemin değişmesine, İtalya, İspanya ve Yunanistan’da hükümetlerin yıkılmasına neden oldu.

 

Kuşkusuz ülkemizin küresel plandaki varlığı, önemi, beklentilerimiz ve hedeflerimiz, bütün  bu gelişmeleri yakından izlememiz gereğini doğuruyor. Ortadoğu’da olup bitenler,  bizim yakın coğrafyamız olması nedeniyle çok önemli ancak, son günlerde hepimiz nefesimizi tutmuş, Avrupa’daki gelişmeleri izliyoruz.

 

Avrupa Birliği’nde borç krizi her geçen gün biraz daha derinleşiyor. AB liderleri Euro bölgesindeki sıkıntıları giderecek önlemleri görüşmek üzere geçen hafta biraraya geldiler. Almanya ve Fransa’nın öncülüğünde hazırlanan, daha fazla mali entegrasyon, sıkı kurallar ve yaptırımlar  getiren kararları İngiltere  veto  edince  bunların AB kararları olarak uygulanması

 

imkanı ortadan kalktı. Buna karşılık, 17’si Euro bölgesinden olan 23 ülke kararları destekledi, 3 ülke de parlamentolarına danışmak için izin istedi.

Bu manzaranın Almanya ve Fransa liderliğinde bir hükümetlerarası anlaşma getirmesi çok büyük olasılık. Bu da Euro’da yaşanan sorunların azalmasına hiç kuşkusuz katkıda bulunacak. Ancak, kararların AB ekonomisinin uzun vadeli sorunlarının kesin bir ilacı olmaktan uzak olduğu yönündeki yorumları da hafife almamak lazım.

Alınan kararların ne ölçüde etkili olacağını görmek için biraz beklememiz gerekecekse de dünya ekonomisindeki bazı eğilimleri net olarak görmek mümkün.

Her şeyden önce, 2012 yılında dünya ekonomisi performansının 2011’e göre daha kötü olacağını söyleyebiliriz. Bunun arka planındaki gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz:

Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İtalya ve İspanya gibi bazı ülkeler ciddi bir kamu borç sorunuyla boğuşuyor. Bu ülkelerde kamu borcunun yüksek seviyesi, borcun geri ödenmesini tehlikeye düşürüyor. Kamu açığını düşürmek için uygulanan sıkılaştırıcı politikalar, büyüme hızını düşürecek. Düşen büyümeyle birlikte vergi gelirleri azalacak. Buna karşılık, yoksulluk ve işsizlik ödemeleri artacak. Bu da bütçe açığının yeniden artması; riskin bir kademe daha yükselmesi, faizlerin birkaç puan daha artması, kamu açığı GSYH oranının daha da bozulması ve büyüme hızının 1-2 puan daha gerilemesi sonucunu ortaya çıkabilecek.

Biz bu kısır döngüyü çok iyi biliyoruz. 1990’lı yıllarımız bu kısır borç döngüsüyle boğuşarak geçti. Sorun sadece kamu açıkları da değil. Aynı zamanda bankacılık sektöründe de sorunlar var. Yine 1990’larda Türkiye’de olduğu gibi… Kamu açıklarının uzun süre yüksek olduğu ülkelerde, bankacılık sektörü eninde sonunda sorunlu hale geliyor.

Şimdi Avrupa’daki bankalar sermaye yeterlilik oranlarını düzeltmeye çalışıyorlar. Bunun için verdikleri kredileri geri çağırmaya başladılar. Bu da ciddi bir kredi daralması demek oluyor. Kredi daralması zaten yavaşlayan ekonominin tamamen durmasına yol açabilir. Bu durumdan AB dışındaki ülkeler de olumsuz etkileniyor. Gelişmekte olan ülkelerdeki fonlar gelişmiş ülkelere yöneliyor. Böylece, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ülke grubunun uluslararası piyasalardan fonlanma imkânı daralıyor.

Kredi daralmasının devam etmesi, 80 milyar dolara dayanan cari açığını uluslararası sermaye akımları ile finanse etmek durumunda olan Türkiye için ilave bir risk anlamına geliyor.

Borç krizinin hızla çözülememesi durumunda 2012 yılında AB’de büyümenin en iyi ihtimalle sıfır olacağından korkuluyor. %2 küçülmeye kadar giden kötümser tahminler de var. Ve daha önemlisi büyümenin kısa sürede eski eğilimine dönmesi de beklenmiyor.

Her ne kadar dünya ekonomisinin nabzı AB’deki gelişmelere bağlı olsa da diğer ülkeler de sorunlarla boğuşuyor. ABD hala mortgage krizinin yol açtığı resesyondan çıkmakla uğraşıyor. Konut piyasası, finansal piyasalar ve işgücü piyasası normale dönmüş değil. ABD’nin de gelecek yıl en iyi ihtimalle %2 büyüyeceği tahmin ediliyor.

 

Japonya geçen seneki deprem, tsunami ve nükleer felaketlerden sonra ciddi bir resesyona sürüklendi ve bunun izlerini üzerinden atmaya çalışıyor.

Gelişmiş ülkelerin tamamında büyüme perspektifleri çok zayıf. OECD ülkelerinde büyüme son tahminlere göre %1’in biraz üzerinde olacak. Gelişmiş ülkelerde büyümenin yavaşlaması ve uluslararası sermaye akımlarının azalması ve fonların gelişmiş ülkelere doğru yön değiştirmesi, gelişmekte olan ülkelerde de büyümeyi yavaşlatacak.

Sonuç olarak, yavaşlayan bir dünya ekonomisi ve dünya ticareti bekliyor bizleri. Bu koşullar altında Türkiye’de de büyümenin yavaşlaması kaçınılmaz. Türkiye üçüncü çeyrekte de %8,2 ile yüksek bir büyüme performansı gösterdi. Ancak, bu senenin ikinci yarısından itibaren yavaşlamanın izlerine rastlıyoruz.

Sanayi üretim endeksi Ekim ayındaki artışına rağmen bu sene geçen senenin sonunda ulaştığı seviyenin üzerine çıkamadı. Üretimle beraber talep de yavaşladı. Bu yavaşlama ithalatta da kendini gösterdi. Bu senenin ikinci çeyreğinden itibaren ithalat artışı sürekli olarak geçen senenin altında... Üstelik bu eğilim giderek güçleniyor. İthalattaki yavaşlama cari açıktaki yükselme eğilimini sınırlayacaktır. Ama yine de, 80 milyar dolar civarındaki bir cari açığı küresel finansman imkânlarının daraldığı bir ortamda finanse etmek gerekecek. Bu da kurlar üzerindeki baskıyı canlı tutacak.

Dış talebin azalmakta olduğu bu ortamda maalesef iç talep de bu düşüşü telafi etmekten uzak.

 

Talepteki yavaşlamanın izlerini kendi işlerimizde de görmeye başladık. Talep yavaşladı, siparişler azaldı ve stoklarımız arttı. Üstelik maliyetlerimiz de arttı. Son aylarda TL’deki değer kaybı ithal girdi maliyetimizin yükselmesine sebep oldu. Faiz oranlarının yükselmesi kredi maliyetlerini artırdı. Merkez bankasının makroekonomimizin sağlığı açısından  izlemekte olduğu politika finansal istikrarın korunması için kredi genişlemesinin yavaşlatılmasını gerektiriyordu. Her ne kadar makroekonomik dengeler açısından kredilerin daraltılması gerekli bir adım olsa da, özellikle üretici ve ihracat kredilerinin desteklenmeye devam etmesi çok önemli. Ekonominin itici gücü olan bu yapıların zarar görmesi ülkenin geneline de sirayet edebilir, dolayısıyla 2012 yılında bu işletmelere kredi desteği daha fazla önem kazanıyor. Ayrıca, bu politika sonucunda KOBİ’ler artan kredi maliyeti ve  daralan  kredi imkânları ile karşı karşıya kaldılar.

Düşen büyümenin yanı sıra enflasyonun da yükseliyor olması iç talebi biraz daha daraltacak. Neredeyse iki yıl aradan sonra enflasyonun tekrar çift haneli rakamlara çıkıyor olması, enflasyonla mücadelede kalıcı bir başarıyı sağlayamadığımızı gösteriyor.

Dolayısıyla 2012 ne makroekonomimiz, ne de kendi işlerimiz açısından 2011 kadar iyi olmayacak. Büyümenin %3-4 aralığına kadar yavaşlayacağını düşünüyoruz. Büyümedeki bu yavaşlamaya rağmen, enflasyon da 2011’e kıyasla yüksek olacak. Ancak, bu tablo gereğince, yıllık enflasyon rakamının bir süre daha yükseleceğini ve sonra yeniden azalma eğiliminde olacağını öngörebiliriz. Gelişmekte olan ülkelerin uluslararası sermaye piyasalarından eskisi gibi bol ve ucuza kredi temin etme imkanının daralmış olması, TL’nin değerlenme ihtimalini düşürüyor. Bir başka ifadeyle kendimizi yüksek ithal maliyetine hazırlamamız lazım.  Ancak,

 

küresel piyasalarda talebin bu kadar gerilemiş olduğu bir ortamda, TL’deki aşırı değerlenme baskınının ortadan kalkmış olması, ihracatımızın rekabet gücü açısından olumlu, yeter ki pazar bulabilelim.

DÜNYA Makro Ekonomisindeki bu olumsuzluklara rağmen KOBİ’lerimiz için önemli fırsatlar yakalanabilir. Gerek finansmana ulaşımda gerek yeni piyasalara ulaşmada sıkıntı çeken KOBİ’ler, bunca sıkıntıya karşılık kriz dönemlerinde kendi özel çabalarıyla harika sonuçlar yaratabilir. Yeter ki yılmayalım, araştıralım ve atak olalım. AB de bazı sektörlerde talep daralmasını takiben sert arz daralmaları oldu. Arzlarını kısan Avrupalı üreticilerin yerini girişimci ve Aktif Türk KOBİ’leri alabilir.

Daralan dünya ekonomisinin etkisiyle büyümemizin yavaşlayacağı ve küresel finansmanın zorlaştığı bu ortamda Hükümetimizi KOBİ’lerin daha fazla yanında görmek istiyoruz.

Küresel piyasalarda sorunların bu denli ağırlaşmış olduğu bir ortamda, bankacılık sektörünün sağlam, kamu maliyesinin güçlü olması, ekonomimizin en büyük artıları. Bu artılar bizi AB’nin karşı karşıya olduğu finansal kriz riskinden uzak tutuyor. Bankalarımız güçlü, bütçe açığımız düşük, kamu borçlarımız az olduğu sürece de, küresel koşullar ne kadar elverişsiz olursa olsun 2001’deki gibi bir kriz yaşama ihtimalimiz yok. 2012’yi kriz olmadan ama yavaşlayarak geçireceğimizi düşünüyorum.

Dünya ekonomisinin normale dönmesiyle birlikte ekonomimiz de yeniden yüksek büyüme hızlarına dönecektir. Ancak bunun için geçecek süre içinde Mikro Ekonomik reformlar bazında hazırlıklar yapmamız gerekiyor. Son dönemlerde sıklıkla dile getirilen çek yasası ile ilgili düzenlemeler bu reformlardan sadece bir tanesi. Ekonomik hayatımızı yakından ilgilendiren bu konuda özellikle bazı noktaların altını çizmek isterim.

Ekonomik suça ekonomik ceza ilkesini doğru buluyor ve destekliyoruz. Ancak karşılıksız çeklerde çekini ödemek yerine varlıklarını kaçırmanın ekonomik suç olarak ele alınmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu konudaki görüşlerimizi şöyle özetleyebilirim:

Karşılıksız çek keşide edenlerin varlıklarını çek alacaklılarından gizlediği veya üçüncü şahıslara transfer ettiği durumlarda hapis cezasının yürürlükte kalması daha doğrudur. Çek yapraklarında banka sorumluluk miktarları artırılarak ciddi bir meblağ haline getirilmeli ve bankaların çek verirken daha dikkatli davranmalarına vesile olunmalıdır.

Tüm sistem içerisinde çeki tahsil edemeyen iş insanını ve onun yaşayabileceği ekonomik olumsuzlukları da dikkate almalı ve bu uygulama ile birlikte “karşılıksız çek sigorta sistemi” de devreye alınmalıdır. Ekonomimiz ve iş dünyası açısından olumlu bulduğumuz Çek Yasası’nın, bu hususlar göz önünde bulundurularak hazırlanmasını ümit ediyoruz.

Bir konuya daha dikkatinizi çekmek istiyorum.

 

Ülke ekonomimizi ilgilendiren önemli başka bir konuya daha dikkatinizi çekmeyi istiyorum. Tarım sektörü, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye için de, tarıma dayalı sanayinin gelişmesi, dışa bağımlılığın önlenmesi ve yeni istihdam olanakları yaratılması açısında ülke ekonomisinde stratejik bir öneme sahiptir.

 

Dünya nüfusundaki artış, tarım topraklarının azalması, yaşanan açlık felaketleri, gıda fiyatlarındaki artış bize gıda, tarım ve hayvancılık sektörlerinin önümüzdeki yıllarda yalnızca öneminin artacağını değil, stratejik alanlar haline geleceğini gösteriyor. Türkiye için ise tarımın çok özel bir önemi var. Tarım sektörü, yalnızca sağlıklı nesiller yetiştirmemiz açısından değil, tarıma dayalı sanayinin geliştirilmesi, bölgesel kalkınmanın gerçekleştirilmesi ve gelir eşitsizliklerinin dengelenmesi açısından da en öncelikli sektörlerden bir tanesi. Gıda fiyatları enflasyonun da başlıca belirleyicileri arasında yer alıyor. Tarımdaki dönüşümün sağlıklı bir biçimde devam etmesi, verimlilik artışının yanı sıra istihdam açısından da önemli…

TÜRKONFED olarak bu konuya özel bir önem veriyoruz. Üyelerimizin birçoğu tarımsal faaliyetin veya tarıma dayalı sanayinin yoğun olarak var olduğu bölgelerde  faaliyet gösteriyor. Tarım işletmelerinin ölçek ekonomisine geçişini kolaylaştıracak reformların ivedilikle hayata geçirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Türkiye’de artık bölgesel yaklaşım her konuda önem kazanıyor. İstihdam, sanayileşme ve beşeri sermaye gibi konuların yanı sıra tarımsal üretim süreçleri ve tarım istihdamı da ülke genelinde önemli farklılıklar gösteriyor. Bu kapsamda, Denizli’de gerçekleştirdiğimiz Kalkınmada Bölgesel Dinamikler Sempozyumu’nda ödüle layık bulunan Mehmet Can Aldan ve Prof. Dr. Erol Çakmak’ın “Türkiye’de Tarım İstihdamı ve Bölgesel Farklılıklar” konulu çalışmasının dikkate değer olduğunu düşünüyoruz. Bu çalışmada, aslında her bir bölgenin farklı dinamikleri olduğu ve tarım istihdamının yapısının sanıldığı gibi tek tip olmadığı gösteriliyor. Değerli akademisyenlerimizin çalışmasının bize ışık tuttuğu gibi, bölgesel farklılıklar göz önüne alınarak yapılan reform çalışmalarının, tarım sektörünün gelişimine katkı sağlayacağını düşünüyoruz.

 

 

Değerli Konuklar,

 

Sözü, “Kalkınmada Bölgesel Dinamikler Sempozyumu”muzdan açmışken, sizlere TÜRKONFED’in 2011’deki diğer aktivitelerinden de bahsetmek istiyorum.

 

Bu yıl özellikle büyüme stratejimiz bağlamında önemli çalışmalarımız oldu. Örgüt olarak güçlenmemiz, toplumsal yaşamda daha kuvvetli bir aktör olarak var olabilmemiz, bünyemize bağlı federasyon ve dernek yapısında da genişlemeyi ve derinleşmeyi gerektiriyor.

 

TÜRKONFED’in, iş dünyasının temsil örgütü olarak Kalkınma Ajansları’nda üretilecek politikalara ve projelere doğrudan katkı vermesi, bölgesel kalkınma çabalarına da ivme getiriyor. Bu kapsamda, “TÜRKONFED’in Federasyon Yapısının Genişlemesi ve Derinleşmesi” projesini başlattık.

 

Bu projeyle amaçlarımızı şöyle belirledik:

 

1)                TÜRKONFED’in    bölgesel     olarak     temsil     edilmediği     yerlerde    yapılanmanın tamamlanması

 

2)                TÜRKONFED’in sektör temsili açısından mevcut olanların güçlendirilmesi ve yeni sektörlerin temsilinin sağlanması

3)                Bölgedeki iş insanlarının federasyonlar aracılığı ile bölgelerin ekonomik kalkınma politikalarına, özellikle Kalkınma Ajansları çalışmalarına daha etkin katılım sağlamaları

 

Bu kapsamda 2011 yılı başından bu yana 4 yeni bölgesel federasyon aramıza katıldı. Bunları, Batı Akdeniz Sanayi ve İş Dünyası Federasyonu (BAKSİFED), Trakya Sanayi ve İş Dünyası Federasyonu (TRAKYASİFED), Doğu Karadeniz Sanayi ve İş Dünyası Federasyonu (DOKASİFED), İstanbul Sanayi ve İş Dünyası Federasyonu (İSİFED) olarak sıralayabiliriz.

 

Genişleme ve Derinleşme Projemizi birlikte yaptığımız ve yürüttüğümüz TÜSİAD’a desteklerinden dolayı sn başkan ve yönetim kurulu nezdinde   teşekkür etmek isterim.

 

Bugün 13 federasyon, 119 dermek ve 10 bini aşkın iş insanıyla, her geçen gün büyüyerek ve güçlenerek yolumuza devam ediyoruz. Çok yakın zamanda yeni Bölgesel ve Sektörel Federasyonların katılımıyla iki alanda da yaygınlığımız artacak.

 

 

Değerli Konuklar,

Federasyonlarımızla aramızdaki iç iletişimi geliştirme konusunda da önemli çalışmalarımız oldu bu yıl. Antalya’da, Çorlu’da ve Trabzon’da federasyonlarımıza yönelik  eğitim toplantıları düzenledik. Bu illerdeki federasyonlarımızla biraraya gelerek, bölgesel/sektörel sorunlara, ekonomik gidişata ve beklentilere ilişkin görüş alışverişinde bulunduk.

TÜRKONFED olarak bu yıl Antalya’da ve Ordu’da Başkanlar Konseyi toplantılarımızı gerçekleştirdik. Bu yılın ilk Başkanlar Konseyi’ni gerçekleştirdiğimiz Antalya’da, KOBİ’lerin büyüme stratejilerindeki önemini ve Sanayi Stratejisi Belgesi’ni ele aldık. Bu toplantıda, Türkiye’nin sanayi stratejisinin, KOBİ’lerin uluslararası rekabet gücünü artırmada, onları dünya ekonomisi içinde etkili birer oyuncu haline getirmede çok önemli fırsatları barındırdığını söyledik. Türkiye, 2023 ihracat hedeflerine ulaşacaksa, KOBİ’lerinin teknolojik altyapısını güçlendirebilmeli, KOBİ’leri teknoloji geliştiren birimler haline getirebilmeli ve  bu bilgiyi üretecek, kullanacak nitelikli insanı yetiştirebilmelidir dedik.

İkinci Başkanlar Konseyi toplantımızı ise Ordu’da gerçekleştirdik. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün de bizlerle olduğu toplantımızda, “Yeni Dönem, Yeni Hedefler” raporumuzu ele aldık. TÜRKONFED olarak, Türkiye’nin 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında yer alması hedefine katkıda bulunmak amacıyla iş dünyasının görüşlerini ve reform önerilerini kapsayan bu raporu hazırladık. Türkiye-AB İlişkileri, Demokratikleşme ve Yeni Anayasa, Makroekonomik İstikrar, Mikroekonomik Reformlar, Vergi ve Teşvik Politikaları Önerileri, Sanayi Politikası, KOBİ’ler, Bölgesel Kalkınma ve Ekonomik Sosyal Konsey başlıkları altında, reform ajandasının temel bileşenlerini masaya yatırdık.

 

Raporumuzda ele aldığımız konulardan bir tanesi az önce dile getirdiğim gibi Türkiye-AB ilişkileri… Maalesef, iki taraftan kaynaklanan nedenlerle Türkiye – AB ilişkilerinin duraklama noktasına geldiğini görüyoruz.

 

Türkiye-AB ilişkilerinin canlanması, sadece Türkiye ve AB ya da daha geniş coğrafyada Avrupa için değil, özellikle Arap coğrafyası ve Orta Doğu bölgeleri başta olmak üzere, küreselleşen dünyanın istikrarı ve geleceği için de bir gereklilik haline gelmiştir. Ülkemizin, AB hedefinden şaşmadan yoluna devam etmesi gerektiğini de bir kez daha yinelemek isteriz.

 

Değerli Konuklar,

 

2011 yılı TÜRKONFED için gerçekten son derece verimli geçti. Geçtiğimiz günlerde, Denizli’de Kalkınma Bakanlığı Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü desteğiyle ve Pamukkale Üniversitesi’nin de katkılarıyla “Kalkınmada Bölgesel Dinamikler Sempozyumu”nu gerçekleştirdik.

 

Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın da katıldığı toplantıda, bölgesel kalkınma konusundaki saptamalarımızı ve önerilerimizi sıraladık.

 

TÜRKONFED olarak, bölgesel kalkınma konusuna el atan ilk iş dünyası örgütüyüz. Denizli’de gerçekleşen sempozyum, bölgesel kalkınma adına atılan çok önemli bir adımdır. Yüksek büyüme performansı, bölgesinde oynadığı lider rolü, reformları ve kalkınma hamlesi ile dikkat çeken ülkemizin, büyüme performansını sürdürebilmesi son derece önem arz etmektedir. Sürdürülebilir büyümenin temel yapıtaşlarından biri olan Bölgesel Kalkınma konusundaki önerilerimizi şöyle sıralıyoruz:

 

·         Ulaştırma imkanları genişletilmeli ve ucuzlatılmalıdır

·         Kentsel altyapı iyileştirilmeli, yatırım yeri sorunları çözülmelidir.

·         Bölgelerde rekabet gücü yüksek sektörlerin gelişmesini kolaylaştıracak önlemler alınmalı ve komşu bölgeler arasında ekonomik faaliyetleri hızlandıracak yatırımlara öncelik verilmelidir.

·         Komşu ülkelere sınırı olan bölgelerde sınır ticaretinin gelişimi açısından gerekli altyapı tedbirleri alınarak, sınır illeri cazibe merkezleri haline getirilmelidir

 

Bu aşamada, yine raporumuzda yer alan bir konuyu Kalkınma  Bakanlığı’na  sunduk. TOKİ’nin dar gelirli vatandaşlar için uyguladığı konut inşa modelinin yatırım tesisi binaları inşaatlarında kullanarak bu binaları uzun vade ile girişimcilere satması, yatırımın gitmekte zorlandığı bölgelerde girişimciliği canlandırabilecektir. Kamuoyunda Kira öder gibi fabrika binası sahibi olmak diye algılanan ve Çok ilgi gören önerimizin yeni teşvik çalışmaları kapsamında değerlendirilmesini ümit ediyoruz.

 

Değerli Konuklar,

 

Önümüzdeki yıl TÜRKONFED gündeminde yine önemli konular olacak. Bu yıl ülkemizin toplumsal ve ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak üzere görüş ve önerilerimizin yer aldığı rapor çalışmalarımıza ağırlık vereceğiz.

 

“Yeni Dönem, Yeni Hedefler” raporumuzda birlikte çalıştığımız akademisyenlerden olan Prof. Dr. Seyfettin Gürsel liderliğinde, “Ekonomik Göstergeler ve Büyüme Raporu”nu hazırlayacağız.

 

Öte yandan, geçtiğimiz bir yıl boyunca, “teşvikler”, “istihdam”, “Toplu İş İlişkileri Kanunu”, “yatırım ortamının iyileştirmesi”, “kıdem tazminatı” ve “Ekonomik Sosyal Konsey” başlıkları altında açıkladığımız çeşitli görüşleri derleyerek, bu konulardaki Politika önerilerimiz olarak rapor haline getireceğiz.

 

Kuruluşundan beri konfederasyonun gündeminde olan kalkınma ajansları hakkında, 2011 yılında, Prof. Dr. Fatma Doğruel ile birlikte, yeni bir çalışmaya başladık. Ajans yönetimleri için yenilikçi bir model önermek üzere başladığımız bu çalışmayı, 2012 yılı başında bir rapor haline getirilerek kamuoyu ile paylaşacağız.

 

Bir başka çalışmamız da, bölgesel ve sektörel örgütlenmemizden etkin bir şekilde yararlanmayı, bölgelerin ve sektörlerin nabzını tutarak yeni bir veri seti oluşturmayı amaçlıyor. Bu doğrultuda, “Anadolu’nun Nabzı Beklenti Endeksi” çalışmasını başlatacağız. 2012 yılının ilk çeyreğinde hayata geçecek olan proje ile yılda dört kez bölgesel ve sektörel beklentileri açıklayacak, 2012 sonunda da tüm yılı değerlendiren bir rapor hazırlayacağız. Önümüzdeki yıllarda bu endeksin iktisat dünyasınca referans endekslerden biri olarak kabul göreceğine inanıyoruz.

 

Elbette, ülkemizin gündem konuları yine bizim de gündemimizde olacak ve bu konularda da çalışmalarımıza devam edeceğiz.

 

Ve şimdiden söyleyebilirim ki, en önemli gündem maddelerimizden biri önümüzdeki yıl da “Anayasa” çalışmaları olacak… Bu konuda yeni Anayasa çalışmalarına katkı sağlayacak bir hazırlık içindeyiz.

 

100 yıldır devam eden bir anayasa yapma tecrübemiz olmakla birlikte, bugüne kadar yapılan Anayasalar, içerik bakımından özgürlükçü, katılımcı ve adil bir hukuk düzeni yaratamamış, toplumsal çatışma noktalarına çözüm üretememiştir. Toplumumuz yeni anayasadan özgürlük, katılım ve adalet beklemektedir.

 

Hak ve özgürlüklerin daha güvenceli olması, etnik kimlik, inanç kimliği sorunlarının çözümlenmesi, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının sağlanması, sivil siyasete askeri etkinin sonlanması, yasama-yürütme ilişkilerinde cumhurbaşkanlığı makamının yerinin netleşmesi toplumun beklentileri arasındadır.

 

Ancak, bu beklentiler doğrultusunda hazırlıklarına başlayan Uzlaşma Komisyonu’nda dahi birtakım eksiklikler göze çarpmaktadır. Komisyonda kadın oranının düşüklüğü ciddi bir zaaftır. 12 üyeden sadece 1’inin kadın olması, toplumun yarısının kadın olduğu düşünüldüğünde büyük bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sürece katılım  son derece önem arz ettiğinden yasal değişiklik ile bütün milletvekillerinin tam kadro Meclis’te bulunmasının sağlanması gerektiğini düşünmekteyiz.

 

Yeni Anayasa, demokratik ülkelerin ve uluslararası belgelerin benimsediği temel değerler üzerinden şekillenmelidir. Bu değerleri, çoğulcu demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, laiklik ve sosyal devlet olarak kavramsallaştırmak mümkün. Saydığımız bu beş değer toplumun bir arada barış içinde yaşamasının önkoşulları olarak Anayasanın bütününe egemen olmalı ve değişmez ilkeler olarak Anayasada yerini bulmalıdır.

 

Ülkemiz son derece hızla gelişen, dinamik bir toplum. Bu dinamik yapının gelişmesi ve kalkınması bir takım reformların yapılmasını zorunlu kılıyor. Mevcut anayasa bu reformların gerçekleşmesinin önünde en büyük engel. Dolayısıyla, yasalarda olması gereken detaylarla boğulmuş, yasaklarla örülmüş bir anayasa değil, kısa ve açık biçimde özgürlükleri düzenleyecek bir anayasa beklentisi içindeyiz.

 

Öte yandan, Türkiye’de vicdanları rahatsız eden ve hukuk devleti ilkesine, demokrasiye aykırı bulduğumuz “tutukluluğun cezaya dönüşmesi” gibi konular da var. Bu konuların çözümü için Anayasa değişikliğini beklememizin gereksiz olduğunu düşünüyoruz. Tutukluluk sürelerine kısıtlama getiren bir yasa acilen meclise sevk edilmelidir.

 

Bu bakış açısıyla genel olarak yaklaşımımızı ortaya koymaya çalıştığım yeni anayasa konusundaki çalışmalarımızı da önümüzdeki dönemde sizlerle paylaşacağız.

 

Değerli Konuklar,

 

Konuşmamı bitirirken, Van’da yaşanan büyük depremlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum. Bu bölge için başlattığımız yardım kampanyasında bizlere büyük destek veren tüm üyelerimize ve bölgedeki çalışmaları organize eden DOGÜNSİFED’e de huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

 

Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür eder, hepinize güzel ve mutlu bir yeni yıl dilerim.

Paylaş: