TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Onatça'nın GESİFED Buluşması Konuşması

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Onatça'nın GESİFED Buluşması Konuşması

Değerli Başkanlarım,

Muhterem hanımefendiler ve beyefendiler, TÜRKONFED adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2013’ü geride bırakmaya iki haftadan az bir süre kaldı. Hepimizin aklında bizi nasıl bir 2014'ün beklediği var. Küresel ekonomideki belirsizliklerin bu kadar yoğun olduğu bir ortamda gelecekte olacaklarla ilgili fikir beyan etmek, görüş oluşturmak hiç şüphesiz kolay bir iş değil. Fakat görüyoruz ki zorluk sadece ekonomiyle ilgili değil. Geçtiğimiz hafta konuştuğumuz gündemle bugün konuştuklarımız arasında çok büyük farklılıklar var. İş dünyası temsilcileri olarak siyasetteki gelişmelerin ekonomi üzerindeki etkisini gayet yakından biliyoruz. Bu olaylardan fazlasıyla etkileniyoruz.

Değerli Konuklar,

TÜRKONFED kurulduğu günden beri sadece iş dünyasına ilişkin konularla ilgilenmiyor, müreffeh, huzur ve barış içinde bir Türkiye için çalışıyor. Çünkü tam demokrasi olmadan, hukuk devleti ilkeleri tam yerleşmeden, kuvvetler ayrılığı prensibi oturmuş bir norm  olmadan, sağlıklı bir ekonomik yapıya sahip gelişmiş bir ülke olunmuyor. Bu alanlarda önemli ilerlemeler kaydetmiş olduğumuz doğru. Bir daha eski günlere dönmeyi hiç kimse istemiyor.Bunun da yolu sadece ve sadece demokrasiye, kuvvetler ayrılığına ve hukuk devletine var gücümüzle sarılmaktan geçiyor.

Değerli Arkadaşlar,

Yaşanan son gelişmelerin ekonomimize olan yansımalarının çabucak hissedildiği günleri yaşıyoruz. Umuyoruz ki, bu gelişmeler hayli borçlu olan özel sektöre, cari açık sıkıntısı yaşayan ekonomimize daha fazla olumsuz etki yaratmaz. Bu doğrultuda 2013’ün nasıl  geçtiği, bizi nasıl bir 2014’ün beklediği konusundaki düşüncelerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum.

Küresel ekonomi 2013’te biraz daha toparlandı. Toparlanmaya ABD’nin yeniden büyümede ivme kazanmasının etkisi oldu. Japonya, yıllardır sürmekte olan deflasyon ve durgunluktan çıkarak genişlemeci para politikaları ile yavaş yavaş düzelmeye başladı. Avrupa’da ise tam olarak dengeli bir toparlanmayı henüz göremiyoruz. Gelişmiş ülkeler yavaşça güç kazanıyor ancak gelişmekte olan ülkelerde büyüme yavaşladı.

Son açıklanan üçüncü çeyrekteki yüzde 4,4 oranındaki büyüme oranı her ne kadar parlak olsa da cari açığın GSYH’ya oranının yüzde 7’ler civarında seyrediyor olması, finansman imkanlarının daralacağı bir küresel ortamda işimizi zorlaştırıyor. Ekim ayında sanayi üretimindeki gerileme büyümenin ivmesinin azaldığını ortaya koyuyor.

Bu koşullar altında 2014’e bir dizi belirsizlikle beraber giriyoruz. Üstüne üstlük belirsizlikler sadece ekonomide değil siyasette de mevcut. Önümüzdeki 18 ayda 3 seçim yaşayacağız. Bu seçimler ekonomik konuları ikinci plana iteceği maalesef şimdiden görülmeye başladı. . Bu açıdan bakınca 2014’ün 2013’ten çok daha parlak olacağını görülmüyor. Ekonominin iniş ve çıkışlarından en çabuk etkilenen kesimin KOBİ’ler olduğu düşünüldüğünde daha temkinli olmamız gereken bir yıla girmek üzere olduğumuzu söylemem yanlış olmayacak.

Bugünkü toplantımızda çok kıymetli konuşmacılarımız var. 2014’te dünyada ve bölgemizde bizi bekleyen ekonomik, siyasi ve sosyal gelişmeler konusundaki görüşlerini bizlerle paylaşacaklar. Ben de değerlendirmelerini dinlemek için sabırsızlanıyorum.

Ekonomimizde yapısal sorunlar mevcut. Ara malı ithalatına bağımlı üretim ve ülkemize  gelen sıcak para kaynaklı sermaye ile uzun süreli ve sürdürülebilir bir ekonomi yürütemeyiz. Bölgesel farklılıklar bu kadar derin olduğu sürece büyüme hızımızda da ivme yakalayamayız. Bölgesel farklılıkların bu denli derin oluşu bizi “Orta Gelir Tuzağı” sorunu ile karşı karşıya getiriyor…

Bildiğiniz üzere orta gelir tuzağı iktisat yazınında, kişi başına gelirin 2005 satınalma gücü paritesine göre 17 bin ABD dolarını aşamaması olarak tanımlanıyor. Raporumuza göre 2011’de Türkiye’de kişi başına milli gelir 10.335 dolardır. Peki, bir ülke orta gelir seviyesine nasıl çıkar, kişi başı gelir seviyesinin 17 bin dolar düzeyine çıkması için neler yapılabilir, iktisadi yapısı nasıl dönüştürülmelidir?

Geçen yıl raporumuzun ilk cildinde bölgesel farklılıklar kapanmadıkça Türkiye’nin orta gelir tuzağından kurtulamayacağını vurgulamıştık. Raporumuzun bu sene yayınlanan ikinci cildinde, değerli hocalarımız ülkemiz için iki bölgeli bir genel denge modeli geliştirdiler. Bu modeli kullanarak yaptıkları hesaplamalar şimdiye kadarki ezberlerimizi bozacak nitelikte. Bu model ortaya koyuyor ki, doğuda üretkenliğin artışına katkıda bulunacak her türlü  kaynak, kendisinden daha büyük bir etkiye yol açacak. Mikro reformlar gerçekleştikçe makroekonomik sonuçlara erişebilecek ve Avrupa Birliği müktesebatıyla uyuma bir adım daha yaklaşmış olacağız.

“Orta Gelir Tuzağından Çıkış” çalışmamızın ikinci cildinde şunu ortaya koyuyoruz: Doğu ve güneydoğudaki illerimizin daha hızlı kalkınması batıdaki illerimizin de yararına olacaktır. Geçtiğimiz ay Batman toplantısında dile getirmiştim, siz değerli Denizli’deki iş insanlarına  da tekrarlamayı önemli buluyorum; doğuda büyümenin hızlanmasıyla oluşacak pazar hacmi, batıda üretim yapan girişimcinin de işinin gelişmesini sağlayacak. Örneğin Denizli’deki üreticilerin üretimlerinin bir bölümünü bu bölgeye yönlendirmeleri Denizli’nin ihracattaki rekabet gücünü de artırıcı olabilecektir.

Raporumuzun ikinci cildinde Denizli için dikkat çekici bazı hususları da sizinle paylaşmak istiyorum. Denizli endüstriyel geçmişiyle Türk tekstilinin önemli merkezlerinden biri. Aynı zamanda sektörde teknolojiyi iyi kullanan inovatif ürünler ortaya koymayı başaran bir kentimiz. Sektörün ihtiyacı olan ancak, yurtdışından ithal edilen teknoloji yoğun makine  parkı ve kimyasallar gibi üretilmesinin sağlanması Denizli ekonomisinin gelişmesine ivme katacak ve sektörler arası yerel bağlantıları güçlendirecektir.

Değerli konuklar,

Bölgesel kalkınmanın sağlanabilmesi ve gelişmiş ülkeler arasına girebilmek için Türkiye, öncelikle doğusu ile batısı arasındaki gelir farklılıklarını azaltacak projelere hız vermeli. O yüzden Türkiye’nin başta doğusunda olmak üzere güneyi ve kuzeyinde 3 İstanbul’a daha ihtiyacı bulunuyor.

Ancak, bildiğiniz gibi bölgesel kalkınmanın temel taşı “eğitim”dir. “Orta Gelir Tuzağından Çıkış” raporumuzun ikinci cildinde de iyi bir eğitim sağlanması gerekliliği yeniden karşımıza çıktı. Altyapıları güçlü olmak koşuluyla yeni üniversiteleri ve mesleki eğitim merkezlerini yoksulluk tuzağındaki bölgelerimizde konuşlandırmak, hem bölgesel farklılıkların giderilmesi hem de ülkemizin kalkınması adına önemli bir adım olacaktır.

Türkiye’nin bölgeler arası gelişmişlik farkını kaldırabilmesi için etkin projelere ve bu projeler için de finansman kaynağına ihtiyacı bulunuyor. Bunun için "Bölgesel Kalkınma Bankaları Sistemi" geliştirmeyi öneriyoruz. Bu bankalar, bir taraftan kamu politikalarının hedeflerine ulaşmasını kolaylaştırırken, diğer taraftan ticari prensiplere göre kredi kurumları gibi yönetilerek piyasayla olan bağlantıyı sağlamalılar. Bu bankalar, mevduat bankalarıyla rekabet içerisinde olmamak için mevduat kabul etmeyecek olup, kaynaklarını piyasaya çıkartacakları ticari borçlanma kâğıtlarıyla sağlayabilirler. Bu bankaların bölgenin kendine has dinamikleri üzerinde uzmanlaşarak hem projeleri, hem de bireysel girişimcileri destekleyebileceklerini düşünüyoruz.

Bahsettiğim öneriler Türkiye’deki yatırımların önünü açmaya yeterli olacaktır. Böylelikle Türkiye’nin doğusundaki ve batısındaki iş insanlarının rekabet avantajlarını birleştirmelerinin hem bölgedeki iktisadi hayata hem de yatırımcılara çok büyük olumlu katkısı olacaktır.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.

Paylaş: