TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Onatça'nın 10. KOBİ Zirvesi Konuşması

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Onatça'nın 10. KOBİ Zirvesi Konuşması

Hepinizi TÜRKONFED adına saygıyla selamlıyorum.

Türkiye’de toplam girişim sayısının yüzde 99,9’unu oluşturan KOBİ’leri konuşuyoruz. İş dünyamızın güzide vakfı TOSYÖV, son 10 yıldır çok başarılı ‘KOBİ Zirveleri’ gerçekleştiriyor. Bu zirvelerde KOBİ temsilcilerimizden sivil toplum kuruluşu yöneticilerimize, ekonomi yönetimini oluşturan yetkililerimizden akademisyenlere her kesim KOBİ’lere yönelik durum değerlendirmesini,  sağlayacağı katkıyı, sorunları, çözüm önerilerini gündeme getiriyor.

Oldukça yararlı geçtiğine inandığım, her gerçekleştirildiğinde mutlaka yarar hanemize not  düştüğümüz bu zirvelerde çoğu sorunun aradan geçen 10 yıla rağmen çözümlenmediğini de biliyoruz. KOBİ’lerin kurumsallaşma çabalarında yalnız kaldıklarını, finansmana erişimde ciddi güçlük çektiklerini, pazar arayışlarında ve markalaşmada yeterli teşviki alamadıklarını, enerji, istihdam üzerindeki yükler ve vergilerle dünyadaki diğer rakipleriyle rekabette zorlandıklarını gerçekleştirilen her zirvede ve toplantıda dile getiriyoruz.

İki günlük bu zirvede arkadaşlarımız yine bu sorunları gündeme getirmeye devam edecek. Ekonomi yönetimi tarafından ne kadarı gündeme alınır bilinmez ama yine çözüm önerilerimizi sıralayacağız.

Bugün konuya belki farklı pencerelerden bakmamızı sağlayacak anekdotları paylaşarak girmek istiyorum.

Makine üretimi sektörüne hayatını adamış bir arkadaşımdan söz edeceğim. Burada isim  vermeyeceğim. Bu arkadaşım, küçük bir atölyeyle başladığı üretimini serileştirdi. Türkiye’nin ağırlıklı olarak ithal ettiği kompresör üretiminde söz sahibi oldu. Bir süre sonra ithal ettiğimiz kompresörlerin daha gelişmişini ihraç etme başarısını yakaladı. Üretim bandında üniversiteyle çalışıyor, markalaşma yolunda hangi adım atılması gerekiyorsa yerine getiriyordu. 5 kişiyle başlayan istihdam serüveni 200 kişiye ulaşmıştı. Katma değeri yüksek üretimi vardı. İşletmesini organize sanayi bölgesine taşımıştı. Verimlilikle ilgili projelere imza atıyordu. Bir gün bana şunları söyledi:

“Süleyman Bey, hayatım çalışmak ve üretmekle geçti. İhracatımla döviz kazandırdığım  ülkemin birçok gencine iş imkânı sağladım. Ürünlerimiz dünyanın dört bir yanında Türkiye’yi temsil etti. Çok yoruldum, hepsi helal olsun. Ancak, bugün tüm çalışanlarımın tazminatını vermeye kalksam kaynağım yok. Fabrikamın, evimin hayattaki tüm mal varlığımı versem çalışanlarımın tazminatını ödeyemem. İş yaşamım boyunca ciddi hata yaptığımı düşünmüyorum. Ama sonuç bu…”

Değerli Arkadaşlar,

Soruyorum, KOBİ’ler fon yöneticisi mi? En başarılı dediğimiz işletmeler yıllar sonra çalışanının kıdem tazminatını ödeyemeyecek konumdaysa burada bir yanlışlık yok mu?

Değerli arkadaşlar 18 saat çalışmak zorunda kalan KOBİ temsilcilerimizin aile ilişkilerinde de ciddi sorunlar var. Baba olduğu halde, anne olduğu halde çocuklarıyla iletişim kurabilme zamanı bulamayan, eşine vakit ayıramayan KOBİ temsilcilerimiz var. Bu durumda olan KOBİ temsilcilerimiz ve yöneticileri için belki ‘Aile Terapisti’ bulundurma zorunluluğu getirmek gerekiyor.

KOBİ’lerimizin müzminleşmiş sorunları, radikal reformla çözülebilecek sorunları ve bütün bunların yanı sıra eğitim sistemimizdeki eksikliklerden kaynaklı ciddi sorunları var. TÜRKONFED  olarak ‘Orta Gelir Tuzağı’ raporumuzu yayınladık. Durum analizinin yapıldığı birinci cildimiz ve OTG’den çıkışla ilgili çözüm önerileri sunduğumuz ikinci cildimiz çarpıcı konuları gözler önüne seriyor. Kendilerinden inovasyon, katma değeri yüksek üretim, markalaşma beklediğimiz KOBİ’lerin eğitim ortalaması sadece 6,5 yıl olan bir Türkiye’de iş yapma mücadelesi verdiğini unutmamak gerekiyor. Yani çalışanını, yöneticisini ortalaması henüz ortaokulu bitirememiş bir Türkiye’den seçen bir KOBİ yapımızın olduğunu hatırlatmakta yarar var. Türkiye’de henüz bir tek marka tescili yapılmamış, bir  kez patent başvurusunda bulunmayan onlarca ilimizin olduğunun bilinmesi gerekiyor.

Bütün bu sorunlar yetmezmiş gibi son dönemde konjonktürden kaynaklanan sıkıntılar da KOBİ’lerin üzerine yıkıldı. 2014’e fırtınalı bir gündemle başladık. Gündemde bir aydan fazla bir süredir yer  edinen ağır iddialar, siyasi ve ekonomik belirsizlik ortamını iş dünyası olarak tedirginlikle izliyoruz. Son dönemde Türkiye’de beklentilerimizin dışında olaylar meydana geldi. Aralık ayında Fed’in tahvil alımlarını azaltmaya başlaması ve yolsuzluk davaları, Dolar’ın yükselmesiyle Türkiye’nin risk priminin artışını beraberinde getirdi. Dolar’daki bu sıcak artış nedeniyle Merkez Bankası’nın faiz müdahalesi gerçekleşti. Ancak, bu müdahalelerden üyelerimizin yüzde 90’ından fazlasını oluşturan KOBİ’lerimiz olumsuz etkileniyor.

Buraya gelmeden önce bir KOBİ sahibiyle konuştum. Kuzey Irak’ta kurulacak demir çelik tesisinin makine parkı için teklif vermiş. 17 Aralık öncesi fiyatla bugünün fiyatları arasında önemli miktarda fark olduğu için ihale Avrupalı bir KOBİ’de kalmış. Firma sahibi yatırımın 2 yıllık bir işi içerdiğini ve çok üzgün olduğunu söyledi. Şimdi soruyorum: Döviz ve faiz artışında bu KOBİ’mizin ne suçu var?

Politika faiz oranının artırılmasının ekonomiye birçok etkisi var. Bir yandan yabancı yatırımın bize yeniden dönmesini bekliyoruz ama öte yandan da faizlerdeki artışın büyümeyi aşağıya çekme ihtimali olduğunu biliyoruz. Faizlerin artması nedeniyle KOBİ’lerimiz hem ticarette hem de banka kredilerinin temininde sorun yaşıyor. Üyelerimizden aldığımız geri dönüşler, şu anda çok ciddi sıkıntılar yaşadığımızı gösterir nitelikte. Doların Türk Lirası karşısında değerlenmesiyle birlikte ihracatın artacağı izlenimi oluşuyor ancak sanayimizin ithal ara mala bağımlı olduğu unutuluyor. Türk Lirasındaki değer kaybı şu anda hammadde ithalatı yapan birçok sanayiciyi olumsuz etkilemiş durumda. Bunların yanı sıra faizlerdeki artış nedeniyle banka kredilerinde teminat sıkıntısı yaşanıyor. Birçok KOBİ banka kredilerini yenilemek istediğinde kendilerine yeni teminat taleplerinde bulunuluyor.

Değerli Konuklar,

Siyaset ve ekonomi, her ne kadar öyle olmadığı iddia edilse de birbirlerine et ve kemik gibi bağlı iki parçadır. Siyasi belirsizliklerin ortadan kalkması, siyasi söylemlerin ise daha sakin bir dilde ifade edilmesi gereklidir. Önümüzde üç seçim dönemi var; yerel yönetim, cumhurbaşkanlığı ve ardından genel seçimler gerçekleşecek. Bu üç önemli seçimin içerdiği belirsizlik, ekonomideki öngörü ufkunu kısaltıyor. Siyasetteki belirsizlikler ve çalkantılar, uluslararası likidite fazlasının azalması, zayıf iç ve dış taleple birleşince, büyüme hızı üzerinde negatif baskı oluşturuyor.

Ekonomimizin en kırılgan noktası olan cari açığı kapatabilmek için, KOBİ’lerimizin yüksek katma değerli ürün üretmelerini desteklemek gerekiyor. KOBİ’lerin ileri teknoloji ve dolayısıyla yüksek katma değerli ürün üretimine geçmeleri için doğru reformları hayata geçirmemiz ve Ar-Ge, inovasyon desteği almalarını sağlamamız lazım. İnovasyon gerçekleştirebilmek için marka yaratmalı, icatları patentlerle korumalıyız. Yüksek teknolojili ürünlere yönelmediğimiz müddetçe uluslararası arenada rekabet etmemiz ve ihracatımızı artırarak cari açığımızı azaltmamız çok güç.

Dünya bilgi çağını yaşıyor. Öğrenmek, almak, ulaşmak istediğimiz her nesne her faaliyet artık  elimizin altında; sadece bir ufak tuşa dokunmak yeterli. Bu bilgi çağında, gerçekleştirdiğimiz ihracatın ve hatta üretimin büyük kısmının hala düşük ve orta düzeyde katma değerli ürünler  olmasının, üretimin tamamının henüz modern teknoloji ile gerçekleştirilmiyor oluşunun sıkıntılarını yaşıyoruz. Uluslararası arenada rekabet edebilmemiz, bilgi çağına ayak uydurabilmemizden geçiyor. Ülkemizi bilgi toplumu yapabilmek adına, en temel noktadan başlayarak, çocukların eğitiminden itibaren bilgi kullanmayı tüm topluma yaymamız gerekli.

Değerli Konuklar,

Bilgi toplumu olabilmemizden bahsettik, öyleyse son internet düzenlemeleri konusuna da değinmeden geçemeyeceğim. Bilgi demek, özgürlük demektir. Daha fazla demokrasiye, daha fazla şeffaflığa, daha fazla özgürlüğe, daha fazla inovasyona, Ar-Ge’ye, teknolojiye sahip çıkmamız gereken bir süreçte “internet” kullanımına getirilen düzenlemeler, arzu edilmeyen sonuçlara yol açmamalıdır.

Sözlerime son verirken, güzel ülkemizin kalkınabilmesi, orta gelir tuzağına saplanıp kalmaması için gerekli önlemleri almamızın önemini vurgulamak istiyorum. Eğer orta gelir tuzağından çıkmak istiyorsak, demokrasi tuzağına düşmek istemiyorsak, attığımız her adımın, her hareketin öncesinde bir değil birçok kez düşünmeli, sonuçlarının neler olabileceğini önceden hesaplamalıyız. Gelecek nesillerimizin daha kalkınmış, bilgi çağına ayak uydurmuş, daha rahat bir toplum olabilmesi adına bizler üstümüze düşeni yerine getirmeli, hem ülkemizde hem de dünyada olup bitenleri dikkate almalıyız. Sanayi dünyası olarak bizler de üstümüze düşeni yerine getirmeyi kendimize bir görev olarak biliyoruz. Bu nedenle gelecekte bizim de bir bilgi toplumu haline gelerek kalkınmayı gerçekleştireceğimize inanıyoruz.

Hepimizin sıkıntılarını geride bırakacağı günlere ulaşmayı temenni ediyor, beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.

Paylaş: